13 Nisan 2020 Pazartesi

Semih Akgün’ün Ali İhsan Aksamaz ile Röportajları (19 Haziran 2012 ve 28 Temmuz 2011)





Ali İhsan Aksamaz; “Anadillerin “ağız, şive, lehçe ve diyalekt” farklılıklarını öne sürenler, bu anadilleri küçümsemek için bunu yapıyorlar”



Laz dili, kültürü ve tarihi uzmanı Ali İhsan Aksamaz, Türkiye’nin güncel ve tartışmalı bir konusu olan “Anadil ve Eğitim” ile ilgili olarak, yazarımız Semih Akgün’ün sorularını yanıtladı;
Laz dili, kültürü ve tarihi uzmanı Ali İhsan Aksamaz, Türkiye’nin güncel ve tartışmalı bir konusu olan “Anadil ve Eğitim” ile ilgili olarak, yazarımız Semih Akgün’ün sorularını yanıtladı;

Öncelikle güncel bir konu olarak Yeni Anayasa çalışmaları ve Anadilinin eğitimde yer alması ile ilgili son gelişmeleri nasıl buluyorsunuz?
-Bu konulara ilişkin elimizde somut bilgi ve belge yok. Bu da, sağlıklı değerlendirmeler yapmamızı engelliyor. Bize göre; yeni anayasada bütün kimliklerimiz ve emeğimiz güvence altına alınmalı. Bütün bunlar da Türkiye’de yaşayan insanların kardeşleşmesine hizmet etmeli. Kardeşleşme, barış, üretim, adaletli paylaşım ve her bireyin maddi, manevi açıdan anadili, kimliği açısından memnuniyet duyması, ancak böylelikle Türkiye huzura kavuşur. Dediğim gibi; uygulamaları görmek lazım. Doğmamış çocuğa don biçilemez.

-Anadilde eğitim ile Anadili eğitimi ya da öğretimi çok farklı şeyler. Son gelişmeler ışığında Türkiye’de gerçekleşecek değişim ile hangi kavramı yan yana getirmek uygun olur. Aslında bu kavramlar arasındaki farklılıkları da okuyucularımıza anlatırsak uygun olacak.

–Türkiye’de bu konuları tartışanlar, içeriğe göre değil, kavramların kastettiğini sandıkları anlamlar üzerinden tartışıyorlar. Boşuna tartışıyorlar. Havanda su dövüyorlar. Bunu sebebi, kavramların içini doldurulamamasıdır. Öncelikle, talepler hayatın içindeki somut gerçeklikle örtüşmelidir; akılcı olmalıdır. Bugüne kadar “anadil” konusu, yuvarlak laflarla geçiştirildi. Siz bugüne kadar somut, projelendirilmiş bir talep gördünüz mü?! Öncelikle “anadili” nedir? Her zaman kişinin, kendi anasından öğrendiği dil midir?! Olmayabilir! “Anadili” ifadesi kişinin kendi kimliğini ifade etmek için de kullanılıyor olabilir. Somut örnekten hareket edelim. Bir çocuk, “anadili”nin Lazca olduğunu söyleyebilir. Ancak tek kelime Lazca bilmeyebilir. Bir başka çocuk düşünelim. Bu çocuk, kırsal kesimde, köyünde veya Lazcanın yoğun olarak yaşadığı bir kasabada yaşasın. Gündelik ilişkilerinde de Lazcayı konuşsun. Ancak Lazca okuma-yazması olmasın. Bu sefer de bir başka çocuk düşünelim: Bu çocuk, arkadaşlarıyla, dostlarıyla, akrabalarıyla Lazca konuşabilsin, yazışabilsin. Şimdi bu örneklerdeki Laz çocuklarını ele alalım. Bu somut durumlara göre, konu tartışılmalı. Şimdi bu üç Laz çocuğunun da Lazca öğrenmek, Lazca’sını geliştirmek istediğini ve velisinin de bu yönde okula başvurduğunu düşünün. Ne olacak?! Hangisi için “anadili öğretimi”, hangisi için “anadilde eğitim” gerekiyor?! Bir de “seçmeli ders” konusu da gündeme gelince, iş daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Bence konuyu “anadili öğretimi” veya “anadilde eğitim” veya benzeri terimlerle tartışmak yersiz. Çünkü ortada somut bir proje, uygulama, deneyim yok. O halde neye kafa yormalı?! “Anadili” derslerinin okullarda nasıl uygulanacağına ilişkin somut projeler hazırlamak, öneriler sunmak gerekir. İlgili vakıf ve dernekler bu konuda yetkilendirilemez mi? Bunlar okullarla koordineli çalışamazlar mı?! Bütün bunlara kafa yormak lazım. Ayrıca; yukarıda üç örnekte sunduğum öğrenci tipine göre nasıl bir program geliştirebiliriz? Biri anadilini hiç bilmiyor. İkincisi biliyor, ama okuyup yazamıyor. Üçüncüsü ise, anadilinde okuyup yazabiliyor. Değinilmesi gereken bir konu daha var: “Anadilde eğitim” denilince kimileri şöyle anlıyor: kitap basılacak, o anadil derslerinin verileceği okullarda dağıtılacak ve böylece de o kitaplardan öğretmenler dersleri verecek. Böyle bir şey mümkün değil. Öyleyse bu iş nasıl olabilir?! Öğrenci velilerinin taleplerine göre, okul idareleri o anadilini bilen öğretmenlerle veya ilgili vakıf ve/ veya derneklerden yardım isteyerek temin edecekleri “usta öğreticiler”le bu işi başlatabilirler. O anadilini bilen öğretmen ve/ veya “usta öğreticiler”, talepte bulunan öğrencilerin düzeylerine göre “anadil sınıfları” oluşturabilirler. Bu anadil sınıflarında, çocukların anadil bilgi düzeyine ve Türkçedeki müfredat programlarına göre, diğer öğretmenlerle birlikte hazırlayacakları müfredatı uygulayabilirler. İşte bu iş ancak böyle olur. Şimdi siz bu uygulamaya, “anadili öğretimi” deseniz, “anadilde eğitim” deseniz ne fark eder. Yine bu çalışma çocukların anadillerini öğrenmelerine katkı sağlıyorsa, siz buna “seçmeli ders” deseniz ne olur, demeseniz ne olur?! Mesele üzüm yemek mi, bağcı dövmek mi?
Ben bu bahsi bildiğim bir örnek uygulamayla kapatayım. 1920’li yılların ikinci yarısından 1930’lu yılların ikinci yarısına kadar Sovyetler Birliğinde; Abhazya’da ve Acaristan’da Laz çocuklarının anadil okulları vardı. Geçtiğimiz günlerde o okullarda okutulan Lazca aritmetik kitabının iki baskısı yapıldı. Burada iki konun altını bir kez daha çizmekte fayda görürüm. “Anadili” konusu kardeşleşmeye hizmet etmelidir. “Anadili” talebinin sosyal gerçeklikle gündelik hayatla uyuşur bir yönü bulunmalıdır. Sırf farklı şeyler söylemek adına, bilmeden veya düşünmeden konuşmak kimseye bir yarar sağlamaz. Bunu bilelim.


-Türkiye’de anadilde eğitim isteyen bir kesim var. Sizce bu gerçekleşme olasılığı olan bir istek midir?

- İlkokul birinci sınıftan başlamak üzere öğrencileri ele alalım. Her okuldaki, her sınıftaki öğrencilerin anadili bilgileri bu anadil dersleri öncesi kuşkusuz farklıdır. Bu sebeple, ister ilkokul birinci sınıf, ister ortaokul son sınıf öğrencisi olsun, anadilini hiç bilmeyip de öğrenmek isteyenleri bir sınıfa, bilenleri bir sınıfa alıp; yani anadil sınıflarına, bu sınıfların somut durumlarına göre öğretmen ve/ veya “usta öğreticiler”in, bölgenin üretim veya turizm özelliklerini de göz önünde bulundurarak hazırlayacakları anadil müfredatlarına göre bu dersleri verebilir. Aslında mesele böyle somut olarak ortaya konulduğu ve çözüm yollarına birlikte kafa yorulduğu zaman, bu uygulamalara “anadil öğretimi” veya “anadilde eğitim” demek çok önemli değil. Yasal engeller kalksın; uygulamalara devlet maddi destek sağlasın; bu uygulamalarda ilgili taraflara söz hakkı verilsin, konu rayına oturur.

-Herkes bir eleştiri yapıyor. Herkesin bir beklentisi var ama olması gereken ne? Buna doğru ve mantıklı yanıtlar veren o kadar az kişi var ki! Sizce Türkiye’de uygulanabilir, en iyi, en sağlam, en adil anadili eğitiminin hatları kabaca nasıl çizilebilir?

– Ortak anlaşma dilimiz Türkçedir. Ortak vatanımız Türkiye’dir. Ortak değerlerimiz çok fazladır. Ancak kardeşleşmeye ihtiyaç vardır. Türkiye’de anadil konusunda farklı gruplar var. Bunlar birbirlerinden daha iyi şeyler söyleme çabasındalar. Amaçları diğerlerine gol atmak. “Anadil” konusu kariyerizm hastalığına ve aydın çatışmalarına feda edilmemelidir. Niyeti ciddi olan taşın altına elini koyar. Bugüne kadar, “anadili” konusunu kimin nasıl algıladığı, bunun mücadelesini kimin nasıl verdiği, neler ürettiği ortada. Somut projeler üretmek lazım. Slogan ve ajitatif lakırdılarla bu iş artık yürümez.

-Türkiye’de Anadilde eğitim ile ilgili son konuşulanlar ve olacaklar ışığında, politik cephelerde ki yansımaları nelerdir? Ne tür tepkilerle karşılaşma olasılığımız söz konusudur? Örneğin milliyetçi ve ulusalcı kanallardan sert karşılıklar görülebilir.

- Türkiyede “anadili” konusu slogan ve ajitatif laflarla geçiştirildi veya karşı çıkıldı. Karşı çıkanın da, “anadil” konusuna uzlaşmaz taleplerle yaklaşanların da somut ve gerçeklikle uyuşan politikaları yok. “Anadili” konusundaki olumlu adımlar, projeler Türkiye’de ki herkesin kardeşleşmesine katkı sağlar.

-Samimi bir aydın tavrıyla siz anadilde eğitim sorununun Türkiye’de hallolabileceğini düşünüyor musun? Ya da neler olmazsa olmazlardır, bu yapılacaklar içinde.

–Eğer samimi olarak istenirse , “anadil” konusu tabi ki çözülebilir. Bunun yolları, yöntemleri var. Konuya kafa yormuş insanlar var. Bu konuda geçmişte yaşanmış deneyler var. Bütün anadillerimiz aynı derecede önemlidir. 2004’te TRT’nin bazı anadillerde yayına başladığında bazı aydınlarımızın ciddi bir hayal kırıklığı yaşadıklarını biliyorum. Biz Lazlar da, bu hayal kırıklığını yaşadık. Günlerce telefonlarım durmadı. Birçok kişi TRT’nin neden Lazca yayın yapmadığını TRT’ye değil, bana sordu! İlginç değil mi?! Bu hayal kırıklıklarının tekrar yaşanmaması lazım. “Anadili” sorunu olan bütün halkların aydınları ortak bir duruş sergilemelidir. Çerkesler, Lazlar, Abhazlar, Gürcüler, Hemşinliler, Kürtler, Pontuslular, Çeçenler; bu halkların aydınları ortak bir duruş sergilenmelidir. Bu, kardeşleşmeye hizmet edecektir.

-Türkiye’de Lazca, Çerkesçe, Abazaca gibi anadilleri konuşan gruplar için anadilde eğitimin uygulanmasında önemli sorunlar, zorluklar var. Zira özellikle Marmara ve Karadeniz bölgelerinde kümelenmiş gruplar, farklı etnik birimlerle karışık yaşıyor olmalarından dolayı uygulamada bir çok sıkıntılar mevcut. Bu tür sorunlara karşı nasıl öneriler geliştirebiliriz?

- Ben, sizin çizdiğiniz gibi bir sorun olacağını düşünmüyorum. Televizyon, radyo ve internet bu konularda belirttiğiniz sorunlara karşı çözümler üretebilir. Yeter ki biz ne istediğimizi bilelim ve günün teknolojisini iyi kullanabilelim; somut projelerimiz olsun Yukarıda birkaç kez belirtmeye çalıştım. Anadil sınıfları önemli bir çözümdür. Bu konuda ayrıca talep olursa konuyu detaylandırabilirim.

-Sizce anadil eğitimi alması gereken gruplar devlet tarafından tespit edilebilir mi? Ya da edilmeli mi? Ve anadili olması gereken gruplar kendi anadillerini öğrenmekte zorunlu tutulmalı mıdır?

-Türkiye’nin yaşayan anadilleri vardır. Bunu devlet de, biz de biliyoruz. Bu anadillerine devlet aynı uzaklıkta veya yakınlıkta durmalı, aynı maddi desteği ve imkanı sağlamalı. Ben her konuda zorlamaya karşıyım.

-Siz bir Laz aydınısınız ve bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de Lazlara ait birkaç ağız söz konusu. Bunlar arasında ortak bir ağız konusunda neler yapılmalı? Sizce hangi ağız Lazca’yı, yazı dili olarak Türkiye’de temsil ediyor olmalı? Ortak yazı dili konusunda da genel olarak neler düşünüyorsunuz?

- Güzel ve beklediğim bir soru. Türkiyedeki bütün anadillerinin ağızları vardır. Lazcada da, Gürcüce’de de, Abhazca’da da, Çerkesce’de de. Bunu biliyoruz. Aynı durum Türkçede de söz konusu. Sizi tenzih ederim. Anadillerin “ağız, şive, lehçe ve diyalekt” farklılıklarını öne sürenler, bu anadilleri küçümsemek için bunu yapıyorlar. Bu konuda yapılmış ciddi çalışmalar yok. Biz yıllardır bu işlerin içindeyiz. Yazıyoruz, çiziyoruz. “Ağız” farklılıklarının abartılacak bir yön olmadığı fikrindeyiz. Biz kimlik mücadelesi veriyoruz, anadilimiz, yani Lazca bu anlamda bizim için önemlidir. Biz, bunun mücadelesini veririz. Yukarıda değindim. Herkes bulunduğu yörede, bildiği kadarıyla anadiline sahip çıkacak. Okullarda Lazcaya yönelik ders talepleri olduğunda, öğretmenler ve/ veya “usta öğreticiler”, öğrencileri sınıflarına göre değil, Lazca düzeylerine göre anadil sınıflarına alacak. Genel müfredatlara uygun olarak anadil sınıfları için hazırlayacakları anadil materyalleriyle derslerini yürütebilecekler. Bu bir başlangıç olacaktır. Dil yazıldıkça gelişir.

-Bu konuda Laz aydınlarının üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdiklerini düşünüyor musunuz?

-Biz Lazlar, hem Güney Kafkasya’nın hem de Doğu Karadeniz Bölgesinin yerli halkıyız Megreller’le birlikte. Kafkasyalıyız. Bugün Çerkes aydınları, Gürcü aydınları, Abhaz aydınları hangi sıkıntıları yaşıyorsa, biz de o sıkıntıları yaşıyoruz. Kariyerizm kötü bir hastalıktır. Yakın zamanlara kadar bu hastalık birliğimizi engelledi. Son zamanlarda bir toparlanma var. Özellikle 1933’te Abhazya’da Laz okulları direktörü İskender Tzitaşi tarafından yayınlanan ve okutulan “Oxesapuşi Supara” adlı Lazca aritmetik kitabının İstanbul’da yeniden yayınlanması konusundaki çabalar, başbakan ve milli eğitim bakanının anadil konusundaki son açıklamalarından sonraki verilen söyleşiler olumlu. Birlikte sorunları aşacağız. Anadil bir kişinin dili değil bir toplumun dilidir. Anadil sorunu ve çözümü de bir kişinin değil bu konuya kafa yoran tüm Laz aydınlarının görevidir. Ben Laz aydınlarının bu konuda ortak hareket edeceklerine inanıyorum; doğrusu da bu. Lazca’ya has bir durumu belirteyim. Lazca, günümüzde Kafkasya’da yasal statü veya özerk bölge ve özerk cumhuriyete sahip değil. Bu yönüyle Çerkesçe’den, Çeçence’den, Gürcüce’den, Abhazca’dan farklıdır; dezavantajlıdır. Bunu Laz aydınları iyi biliyor olmalı!

-2009 yılında bildiğimiz kadarıyla Eğitim-Sen’in uluslar arası sempozyumuna tebliğinizle katıldınız. Yanılmıyorsam tebliğinizin adı; “Şu bizim sahipsiz Lazca” başlıklı tebliğinizdi. O sempozyum ve tebliğiniz hakkında da kısa bir değerlendirme yapabilir misiniz?

– Evet; Uluslararası katılımlı bir sempozyumdu. Konuya dikkat çekmek için o başlığı kullanmıştım. Aslında TRT’nin Lazca yayın yapmadığı 7 Haziran 2004 tarihinden başlamak üzere yazmış olduğum makalelerin bir tekrarıydı o tebliğ. O tebliğdeki Somut önerilerim vardı. Tekrarlamak isterim: Konuya taraf olan vakıf, dernek ve kişilerin de içinde yer alacağı özerk yapıdaki bir “Anadillerini Planlama Kurumu” nüve olarak bu anadil çalışmalarını yürütebilir. Anadiller ile ilgili bütün çalışmaları tek elden yürütecek böyle bir kurum öncelikle oluşturulmalıdır. Bu kurum, anadillere ilişkin olarak demokratik özlü ve telâfi edici genel bir yönetmelik hazırlamalıdır. Bu bağlamda, anadil konusu, anlaşılır ve bizim olan terimlerle tartışılmalı ve bu alanda bir literatür oluşturulmalıdır.
Oluşturulacak ilgili komisyonlar bu anadilleri için Latin alfabesine dayanan alfabeleri oluşturmalıdır. Ardından da, ilk aşamada en az on bin kelimelik temel Türkçe kelime dağarcığı tespit edilmeli ve buna göre bu anadillerin sözlükleri oluşturulmalıdır. Bu sözlükler (varsa diğer alfabeleriyle ve) Latin alfabesine dayalı alfabeleriyle yayınlanmalıdır. İlk etapta ilköğretim birinci sınıf öğrencilerinin düzeylerine uygun masal kitapları ve çizgi filmler radyo ve TV yayınlarında da kullanılabilecek şekilde hazırlanmalıdır.


Bütün bunlarla eşzamanlı olarak, bu anadillerle ilgili çalışmaları yürütecek, yani; masal kitapları, ilköğretim öğrencilerinin düzeylerine göre “sosyal bilgiler” ve “fen bilgisi“ vb. kitapları, çizgi filmler, tiyatro eserleri, radyo- TV programlarını hazırlayıp sunacak, gazete ve dergileri yayınlayacak personelin yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Bu personelin yetişmesinde, bu anadillerle ilgili ve/veya çalışmalar yapan komşu ülkelerin akademik personelinden de faydalanabilir. Gerek personel yetiştirilmesi gerekse de yazılı, görsel, işitsel vb. her türlü materyalin hazırlanmasındaki bütün harcamalar, kuşkusuz ilgili devlet kuruluşları tarafından karşılanmalıdır.

Fikirlerimi ifade etmeme imkan sağladığınız için sizlere teşekkür ederim. Okuyucularınız da saygı ve sevgilerimi sunarım (15-16.06.2012)


+





Yazar Ali İhsan Aksamaz ile Röportaj
http://cherkessia.net/images/spacer.gif
28 Temmuz 2011 Perşembe Saat 23:48
http://cherkessia.net/images/spacer.gif
Yazar Ali İhsan Aksamaz, anadilleriyle ilgili insanların söyledikleri hamaset dolu lâflarının içini bir proje etrafında doldurmak üzere bir araya gelmeleri ve neyi nasıl yapacakları konusunda işbaşı yapmaları gereklidir. Öte yandan, bu anadillerinin yaşatılması ve geliştirilmesi ve gelecek kuşaklara kurumsal olarak aktarılması noktasından hareket edecek, her farklı anadilden herkes bir araya gelmeli ve bir 'Dillerin Kardeşliği' projesini oluşturmak ve hayata geçirmek için ortak hareket etmelidir." değerlendirmesini yaptı.

YAZAR ALİ İHSAN AKSAMAZ İLE RÖPORTAJ
“Anadili ve Anadili eğitimi nedir? Nasıl olmalıdır?”
Semih Akgün
- Değerli yazar! Önce bize özgeçmişin hakkında bilgi sunabilir misin?
- 1959’un 24 Ocak’ında İstanbul’da doğdum. Baba tarafım Ardeşen, Şanguli Köyü’ndendir; anadili Lazca’dır.  Annem, kökeninde Çerkeslik de bulunan bir aileden geliyor. 1993’den bu yana Laz dili, tarihi ve kültürüyle ilgili; Kafkasya ve onun halkları ve dilleriyle ilgili yazıyorum. İngilizce öğretmeniyim. İkinci dilim İtalyanca. Biraz Lazca ve birazcık da Gürcüce bilirim. Bir kez Abhazya’ya (1994 yılında) ve iki kez Gürcüstan’a gittim (2005 ve 2006 yıllarında). Yayınlanmış birkaç kitap çalışmam var. Evliyim. Bir çocuğum var.
- Sizi genelde Karadeniz, özelde Laz halkı iyi tanıyor. Çalışmalarınız yakından izleyici buluyor. Laz tarihi, kültürü ve dili ile ilgili önemli yapıtlara imza attınız. Kısaca onlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
- Çalışmalarımı 1993’den 7 Haziran 2004’e ve o tarihten de bugüne kadar olmak üzere iki bölümde değerlendirebiliriz. Ülkesinin sosyal gerçekliğini anlamaya ve ona göre bir hareket tarzı geliştirmeye çalışan bir aydın duyarlılığıyla; ilk dönemde öncelikli olarak, elimdeki imkanlar dahilinde Lazların tarihine ilişkin bilgiler veren makaleler yazmaya ve bu yöndeki makalaleri Türkçe’ye çevirmeye çalıştım. Yine bu dönemde, Lazlara yönelik çeşitli resmi ideoloji ve resmi tarih tezlerine karşı makaleler yazdım. Amaç; Lazların kendi başlarına bir halk olduklarına ilişkin, onların bir tarihleri olduklarına ilişkin ve bunlarla da beraber Lazların bir kimliği olduğuna ilişkin bilgilerin ilgilenenlere kazandırılmasıydı.
7 Haziran 2004 Pazartesi, TRT’nin beş anadilde kısıtlı da olsa yayına başladığı tarihtir. TRT’nin Lazca’yı görmemezlikten gelmesiyle, çalışmalarımı esas olarak Lazca’ya, diğer  anadillerine yönelttim.  Lazca’nın Laz kimliğinin en önemli yönü olduğu düşüncesiyle, makalelerimin bazılarını da Lazca yazmaya başladım.  Bu alanda yoğunlaştım. Bunun en somut bir ifadesi olarak da, birkaç arkadaşımla birlikle www.kolkhoba.org  adlı internet sitesinin kuruluşuna destek verdim. Bu sitede; Lazca masal, şiir, şarkı sözü, bilmece, bulmaca ve atasözlerinin dışında Lazca haber yayını da yapmaya başladık.
 Çalışmalarımın amacı; okuyan, araştıran ve yazan; yaptığını belgeleyen ve Laz kimliğini geleceğe taşıyacak olan bir Laz aydın kitlesinin oluşmasına katkıda bulunmaktı.
- Yapıtlarından birini biz çok önemsiyoruz. Yıllardır Türkiye halkının içten içe kanayan yarası: Anadil(de) eğitimi. Konuyu geniş bir alana taşımak için Anadil(de) eğitimi dedim. Zira burada iki farklı şekil, biçim, öz var. Sizin düşüncelerinizi alabilir miyiz?
- Bir kesim, Türkçe dışındaki anadillerinde çalışmalar yapılmasına, o dillerle yayın yapılmasına kesinlikle karşı; bunun bölücülük olduğunu düşünüyor. Bir kesim var; onlar Türkçe dışındaki anadillerin fetişizmini yapıyor. Bunlar Türkçe dışındaki anadillerinde üretim yapmıyor; yalnızca, “dilimiz ölüyor, UNESCO da bunu söylüyor,” fetişizmi yapıyor. Her iki kesim de Türkçe dışındaki anadillerine yanlış yerden bakıyor. Türkçe ortak anlaşma dilimiz, Türkçe dışındaki anadillerimiz de yerel kimliklerimizin bir nişanesi. Ne Türkçe bu anadillerine düşman olarak görülmeli ne de bu diğer anadilleri Türkçe’ye düşman görülmeli. Bütün bu diller birbirini tamamlar. Burada, bu yılın  başlarında benden de bilgi alarak hazırlanan bir haberin, benim söylediklerimle ilgili bölümünü sizinle paylaşmak istiyorum:
“ Lazca üzerine araştırma yapan dil araştırmacısı Ali İhsan Aksamaz, resmi ideolojinin Doğu Karadeniz ve Güneybatı Kafkasya'nın yerli dili olan Lazca'nın yaşatılmasını ve gelecek kuşaklara aktarılmasını engellediğine dikkat çekti. Lazca'nın iktidarın da muhalefetin de umurunda olmadığını belirten Aksamaz, "Lazca'nın bekleyecek zamanı yok. Açıkça görülen bir şey var: Lazca ölüyor! Anadilleriyle ilgili insanların söyledikleri hamaset dolu lâflarının içini bir proje etrafında doldurmak üzere bir araya gelmeleri ve neyi nasıl yapacakları konusunda işbaşı yapmaları gereklidir. Öte yandan, bu anadillerinin yaşatılması ve geliştirilmesi ve gelecek kuşaklara kurumsal olarak aktarılması noktasından hareket edecek, her farklı anadilden herkes bir araya gelmeli ve bir 'Dillerin Kardeşliği' projesini oluşturmak ve hayata geçirmek için ortak hareket etmelidir" değerlendirmesini yaptı.
Anadilin;Türkiye'yi bölmeyeceğine, tam aksine kendi anadillerini çok iyi konuşabilen ve yazabilen insanların sayısı çoğaldıkça Türkçe’yi de çok iyi konuşabilen ve yazabilenlerin sayısının artacağına dikkat çeken Aksamaz, "Böyle olunca da, insanlar hem kendi anadillerine hem de ortak anlaşma dilleri Türkçe’ye ortak vatan olan ülkeye yürekle bağlanacak, dillerini ve ortak vatanlarını her türlü tehdide karşı bilinçle savunacaklardır" yorumunu yaptı.” (Güler Can;  Ankara/ İstanbul –DİHA; 08.01.2011 ).
Türkçe dışındaki anadillerine ilişkin ilk sağlıklı yaklaşım, onların adlandırılmalarıyla başlar. Görüyoruz ki, bu alanda da bir tutarlılık yok. Bakın:  Anadil tartışmalarında karşımıza birçok terim çıkıyor. Bir terimler kargaşası görülüyor. “Eğitim” mi? “Öğretim” mi? “Öğrenim” mi? “Eğitim- öğretim” mi? “Ana dil” mi? “Anadil” mi? “Anadilde öğretim” mi? “Anadil öğretimi” mi? “Anadilde eğitim-öğretim” mi? “Anadil eğitim-öğretimi” mi? “Yerel dil mi”? “Konuşanları sayıca (daha) az diller” mi? “Etnik dil” mi? “Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçeler” mi? “Kavim dili” mi? “Azınlık dili” mi? “Yöresel dil” mi? “Diğer halkların kendi dilleri” mi? “Yörenin dili” mi, “Yöredeki nüfus çoğunluğunun dili” mi? “Yörenin anadili” mi? “Yok sayılan anadiller” mi? “Yasaklanan anadiller” mi? Konumuz olan dilleri belirtmek için “Türkçe Dışındaki Anadiller”, bu dillerin desteklenmesi çalışmalarında ise “Anadil Öğretimi”, “Anadil Öğrenimi Hakkı” ifadelerini kullanmanın doğru olduğuna inanıyor; böyle kullanılmasını öneriyorum.

- Anadil nedir? Anadili yaşam içinde olmalı mıdır? Önce bunun tanımlanması gerekiyor galiba değil mi?
- “Anadili”, söylenişinden hemen anlaşıldığı gibi, her zaman kişinin annesinden öğrendiği dili ifade etmeyebilir. Burada bir örnek vermek istiyorum: Eğitim-Sen’in 28- 29 Haziran 2003 tarihinde Ankara’da yapılan Anadilde Eğitim Sempozyumu öncesi, İstanbul 8. Şube (o zamanki) başkanı Haldun Özkan ile birlikte ön çalışma yaparken rahmetli Tarık Cemal Kutlu ile Halıcılar’daki evinde görüşmüştük. Bu görüşmemizde, söz döndü- dolaştı anadili kavramına geldi. Rahmetli Tarık Cemal Kutlu şöyle dedi: “Bakın, benim anadilim Çeçence, eşimin anadili de Çeçence. Oğlum Ergun Çeçence bilmiyor. Şimdi onun anadili Çeçence mi Türkçe mi?!”
Ortak anlaşma dilimiz Türkçedir. Günlük hayatın her alanında Türkçe konuşuluyor. Eğitim-öğretim, radyo-televizyon, yazılı basın herşey Türkçe. Kimsenin Türkçe’yle bir sorununun olduğunu sanmıyorum. Bunun yanı sıra, sayısını hiç kimsenin net olarak bilmediği anadilleri de konuşuluyor Türkiye’de. (Burada kastım, Lozan’da ve ardından da onunla bağlantılı anlaşmalarla “güvence altına alınan” gayrı-Müslim anadilleri değil). Günümüzde Türkiye’de konuşulan Lazca, Gürcüce, Arapça gibi Anadolu’nun yerleşik en eski dillerini ve Abazaca, “Çerkesçe”, Çeçence ve Dağıstan Dilleri gibi Muhacir dillerini hatırlayalım. Bu dillerin hepsi bizim. Bu dillerimiz yaşamalı, yaşatmalıyız. Geçmişte bir takım adımlar atılabilirdi. Mesela; 1 Ocak 1929 tarihinde çalışmalara başlayan Millet Mektepleri  ve ardında açılan Köy Enstitülerin’de  bu anadilleri de öğretilebilirdi. Buralardan sertifika- diploma alan eğitmenler-öğretmenler çalışacakları yörelerin anadilleriyle ilgili çözümler üretilebilirlerdi. Böylelikle günümüzün pedagojik, psikolojik ve demokrasi sorunları bu şiddette yaşanmazdı. Sosyal devlet; vergi ödeyen, askerlik hizmetini yerine getiren ve oy kullanan vatandaşların her türlü farklı özelliklerinin devamı noktasında pozitif ayrımcı olmalıydı; olmalıdır.
Devlet bir TV kanalını tamamen diğer anadillerine ayırmalıdır. Bu TV kanalının saatleri de Türkçe dışındaki anadilleri arasında adaletli bir şekilde bölüştürülmelidir. Lazca üzerinden örnek vereyim: Lazca haberler, Lazca belgeseller, Lazca tartışma programları, Lazca filmler, Lazca çizgi filmleri, Lazca tiyatro eserleri bu TV kanalında sergilenmelidir. Kültür bakanlığı yazılı Laz edebiyatının örneklerini yayınlamalıdır. Lazcanın konuşulduğu yörelerde, isteyen ana-babaların çocuklarına da Lazca anadil dersleri verilebilecek şekilde düzenlemelere gidilmelidir. Lazca ad taşıyan yerleşim birimlerinin adları tekrar resmi olarak kullanılmalıdır. Devlet kurumları; parasal, akademik, fiziksel kapasite, psikoloji desteği, hiç sakınmadan, cömertçe vermelidir.
Batı dillerinin etkisine karşı da Türkçe’yi de savunuyoruz.  Burada, yaşadığım bir olayı aktarmak isterim. 1994’de  bir vesileyle  Abhazya’ya gittik. Şimdi adını tam olarak hatırlamıyorum. Bir yerden otobüsle geçiyorduk. Bir pazar vardı o sırada. Otobüs, kısa bir süre orada mola verdi.  Hemen karşılaştığım bir seyyar satıcıdan bir paket sigara ve bir kaç paket kibrit satın aldım. 50’li yaşlarının sonundaki seyyar satıcıya, şansımı deneyerek şöyle dedim: “Si çkar Lazi megabrepe giqouni ak?!” (“Senin burada hiç Laz arkadaşın var mı?”) Adam, önce şaşırdı ve  gözlerimin içine dikkatle baktı. Sonra da şöyle dedi: “Ho, mara a3’i oxorişa idu emuk!” (Evet, ama o şimdi evine gitti!”) Çok şaşırdım. Burada Lazca konuşan birine rastlamak! Sonra kendisine şöyle sordum: “Si Lazi rei? Solen moxti?! Turkieşen rei? Sonuri re?!” (“Sen Laz mısın? Buraya nereden geldin?! Türkiye’den misin?! Nerelisin?!”) Adam, bu sefer Türkçe konuşmaya başladı. Söylediğine göre, tehçir sırasında ( 1994’den yaklaşık 80 sene önce) bu taraflara (Abhazya coğrafyasına)  Erzurum taraflarından (şimdi hatırladığım kadarıyla) gelen bir Ermeni ailedenmiş. İki dil bildiğini söyledi. Türkçe ve Rusça. İşte biraz da Lazca. Bakın, sürgün bir Ermeni ailesinin anadili Türkçe. İlginç değil mi?! Türkçe onların vatanının dili!
Konunun resmi ideolojiler hamasetlerini ve sözüm ona, ona karşı olan sloganik ve ajitatif karşı söylemlerini bir tarafa bırakırsak, çıplak gerçeklikle karşılaşırız. Bu da insandır, insanlıktır, dostluk ve ortak vatanda birlikte üretmek ve  kardeşçe yaşamak ve adaletli paylaşımdır.
Sorunuza daha ayrıntılı cevap olacağı düşüncesiyle, “Şu Bizim  Sahipsiz Lazca” başlıklı çalışmamı ilgilenenlerin okumasını/ dinlemesini öneririm: 

- Gerçi konu; bir kesim tarafından hiç tartışılmayarak, üstü kapatılmaya, diğer tarafta da ülkede ki birlik ve beraberliğin yitirilmesi ile sonuçlanacak bir sürece geçiş riskleri taşımakta. Fakat biz bilinçli akıllarda, sağduyulu ellerde tartışılmayacak hiç bir konu olmadığı düşüncesindeyiz. Sizin Türkiye için, farklı etnik dil ve kültürler için önerileriniz olduğunu biliyoruz. Bunları cherkessia.net okuyucuları için açabilir miyiz? Önerileriniz nelerdir?
- Konuya taraf olan vakıf, dernek ve kişilerin de içinde yer alacağı özerk yapıdaki bir “Anadillerini Planlama Kurumu” nüve olarak bu anadil çalışmalarını yürütebilir.
Oluşturulacak ilgili komisyonlar bu anadilleri için Latin alfabesine dayanan alfabeleri oluşturmalıdır. Ardından da, ilk aşamada en az on bin kelimelik temel Türkçe kelime dağarcığı tespit edilmeli ve buna göre bu anadillerin sözlükleri oluşturulmalıdır. Bu sözlükler (varsa diğer alfabeleriyle ve) Latin alfabesine dayalı alfabeleriyle yayınlanmalıdır. İlk etapta ilköğretim birinci sınıf öğrencilerinin düzeylerine uygun masal kitapları ve çizgi filmler radyo ve TV yayınlarında da kullanılabilecek şekilde hazırlanmalıdır.
Bütün bunlarla eşzamanlı olarak, bu anadillerle ilgili çalışmaları yürütecek, yani; masal kitapları, ilköğretim öğrencilerinin düzeylerine göre “sosyal bilgiler” ve “fen bilgisi“ vb. kitapları, çizgi filmler, tiyatro eserleri, radyo- TV programlarını hazırlayıp sunacak, gazete ve dergileri yayınlayacak personelin yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Bu personelin yetişmesinde, bu anadillerle ilgili ve/veya çalışmalar yapan komşu ülkelerin akademik personelinden de faydalanabilir.”
-Türkçe dışındaki anadilleri konusundaki değerlendirmelerimi Cherkessia.net okuyucularıyla paylaştığınız için teşekkür ederiz.