15 Nisan 2020 Çarşamba

“Atalarımızın Yaşadığı Topraklar ve Soyağacımız”









“Atalarımızın Yaşadığı Topraklar ve Soyağacımız”

1994 yılında bir vesile ile İnegöl’e gitmiştim. Şimdi aramızda olmayan (rahmetli) Çveneburi Hayri Hayrioğlu’nu da evinde ziyaret etmiştim. Hatırımda en çok kalan mütevazi kitaplığı ve kitaplarıdır. Kitaplarının tamamına yakına Gürcüce’ydi. Bu kitaplarından bazılarına ilişkin sordum. Hayri Hayrioğlu da sıkılmadan açıkladı. İlgimi en fazla çeken ince bir kitap  oldu. Gürcistan coğrafyasında beş- altı kuşak yaşadıktan sonra İsrail’e yerleşen Musevî bir bayan tarafından yazılmıştı. Gürcüce, İbranice, İngilizce incecik bir kitaptı. Kitabı yazan kişi, sülâle geçmişini anlatıyordu. Aile bireylerinden bilgiler veriyordu. Aile bireylerine ilişkin fotoğraflara da yer veriliyordu bu kitapta. Hatta kitapta geleneksel kıyafetleri içinde bir Laz’ın çizilmiş resmi bile vardı. O günkü teknolojiyle ya teksir edilmiş ya da fotokopi ile çoğaltılmıştı. Hatırlayamıyorum şimdi.  Belki de tiraji çok azdı. Ancak bir kişinin ailesinin gelecek kuşaklarına bırakabileceği güzel bir çalışma. Çok beğendim.

Ne yazık ki, Türkiye’de fotoğraf albümleri bile kayboluyor bir kuşak sonra. Yıllar önce, ben de geriye öyle bir çalışma bırakmaya karar vermiştim. İnterneti ve cep telefonunu bilmiyordum. Haberdar değildik.

            Çok şükür ki, “bizde” de bu tür çalışmalar yayınlanıyor artık. Bu çalışmalara örnek bir eser, Faruk Benli imzasıyla 2005 yılında yayınlanmıştı. Kitabın adı, “Mamoylar Aile Tarihi” adını taşıyor.

Bu makalemde bu çalışmalardan bir tanesini kısaca tanıtacağım size kısaca. Kitap, bu makalemin başlığını taşıyor: “Atalarımızın Yaşadığı Topraklar ve Soyağacımız”.



            Bu çalışmayı Sami Avcı yapmış. Arka kapak yazısında Sami Avcı’nın biyografisi hakkında bilgi veriliyor. Bu bilgileri kardeşi Münir Yılmaz Avcı kaleme almış:

“Sami Avcı 1930 yılında Mehmet Fevzi Avcı’nın sekiz çocuğundan ikincisi olarak Hopa’da dünya’ya geldi. Hayatının büyük bir bölümü Almanya’da geçmiş olmakla beraber şu anda Ankara’da yaşamını sürdürmektedir. Kendisi Hukuk Fakültesini bitirmiş olmasına rağmen, hiçbir zaman bu mesleği sürdürmesi kısmet olmadı.”

            Ben, Sami Avcı’yı ilk defa 2005 yılında Gürcistan yolculuğumuz öncesinde Hopa’da tanıdım. Çelebi kişiliğiyle etrafına ışık saçıyordu.

Sami Avcı, “Atalarımızın Yaşadığı Topraklar ve Soyağacımız” adlı çalışmasında yalnızca kendi sülâle tarihlerine ilişkin bilgi vermiyor, aynı zamanda Kafkasya, Doğu Karadeniz, Lazika Krallığı ve Osmanlı Lazistan’ına ilişkin de irdelemelerde bulunuyor. Ulaşabildiği kaynaklardan da aktarmalarda bulunuyor.

            Sami Avcı, kitabının önsöz bölümüne şu sözlerle başlıyor:

“Gençliğimden beri, ailemizin geçmişini tanıma özlemi içindeydim. Bu amaçla, olanak buldukça bilgi ve belgeleri daha o zamanlardan beri toplamaya başladıydım.”

            Sami Avcı, köyü olan Azlağa (diğer adlarıyla “Abuislah” ve “Esenkıyı”) hakkında da bizleri aydınlatıyor:

“Köyde, Hıristiyanlık devrinden kalma iki kilise kalıntısından bahsedebiliriz. Bunlardan biri sahile yakın bulunuyordu. Bu kiliseye ait olduğu ( çocukluğumuzda)  kesin olarak bilinen, birkaç iri taş da artık ortalarda görünmüyor.  Hıristiyanlık devrinden kalma bir diğer kilise kalıntısı da “Dua Tepesi”nde  (“Okhvame/ Oxvame/ ოხვამე”) bulunuyordu. Halk arasındaki söylemlere göre, yaşlı keşişler, ölümlerinin yaklaştığını hissettiklerinde Allah’a şükran için tepenin “Kopmuş” tarafındaki kayalıklardan ölüme atlıyorlarmış. Çocukluğumda, bir grup arkadaşımla birlikte “Okhvame”ye çıktığımızda, bu kilisenin temel duvarlarının bir bölümünü ben de gördüydüm. Hatta suyu akmakta olan basit bir çeşmesi de vardı.”

            Kitapta köyde yaşayan aileler ve onların soyadları hakkında da kıymetli bilgiler veriliyor.

            Sami Avcı, Soyağaları konusunda şöyle bir aktarmada da bulunuyor: A) En eski atalarımız: “Heçiyalar”, B) Âşık Hasanlar’ın ortaya çıkışı, C) Âşık Hasanlar (Âşık Hasanoğuları) Hopa- Esenkıyı’da, D) Yakın Atalarımız: Avcıoğuları (Abcepe).

            Sami Avcı, sülâle ve ailesi hakkında kıymetli bir çalışma yapmış. Ailesinin çocuklarına çok kıymetli bir eseri şimdiden miras bırakmış.

Bu çalışma bir çok bakımdan bir örnek teşkil ediyor. Buna şüphe yok. Kitap, yalnızca bu aile bireyleri için değil, Kafkasya, Doğu Karadeniz, Gürcistan, Abhazya, Lazistan ve Hopa hakkında çalışma yapacaklara da oldukça faydalı bir eser. Nasıl bakacaklarını bilenlere önemli bir kaynak.

Bugünlerde delikanlılık günlerini yaşayan umçane Sami Avcı’ya uzun ömürler diliyorum. Aklına ve ellerine sağlık!



Sami Avcı’nın “Atalarımızın Yaşadığı Topraklar ve Soyağacımız” (K.Y.) adlı kitabı gibi, Faruk Benli’nin “Mamoylar Aile Tarihi” (K.Y.), Selma Koçiva’nın “Bedia Xala” (Kaldıraç) ve Ali İhsan Aksamaz’ın “Şanguli’nin Evlâdı: Faik Aksamaz” (Çıkrık) adlı kitaplarını da okumanızı tavsiye ederim.

(Bu makaleyi yıllar önce yazmıştım. Yeniden yayınlanması için gerekli düzeltmeleri yaptım.) Bir sonraki makalemde görüşmek üzere sağlıcakla kalın.
( 11 II 2015- 14 IV 2020)
Ali İhsan Aksamaz





14 Nisan 2020 Salı

Yaşar Güven’in Ali İhsan Aksamaz ile röportajı (Jıneps, Şubat 2009)











 Ali İhsan Aksamaz: “Kafkasya ve Türkiye’deki Kafkasya ile ilgileniyorum “


- Ali İhsan bey merhaba, bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederek ilk soruyu yöneltiyorum. Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

- Ardeşen kökenli ve anadili Lazca olan bir baba ile kökeninde “Çerkeslik” de bulunan bir annenin ilk çocuğuyum. Melezim, dünyadaki herkes ve herşey gibi. Konuşanları azalmış, yok sayılan, yok edilmeye çalışılan dillerin nefesiyim. Üretenin, emeğin dostuyum. Metropol çocuğuyum. İnsanım.

- Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden Laz kültürüyle ilgili beklentileriniz nelerdir?

-Öncelikle konuya tarih penceresinden bakmak gerekir. 19 yüzyılda kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, Osmanlı ülkesi çeşitli emperyalistlerin  hakimiyet alanı haline geldi. İttihatçıların marifeti ile de, Osmanlı ülkesi Alman emperyalizminin güdümüne girdi. 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında da  ticaretini, siyasî iradesini, askeri gücünü, insanlarını, topraklarını çok büyük ölçüde kaybetti. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, bir zamanların  Osmanlı İmparatorluğu, bir zamanlar kendisine bağlı olan ve daha sonra kendisinden ayrılan bölgelerin uluslaşması ve ulus devlet olması gibi bir sürece yöneltildi. Ulusal sanayisi olmayan, burjuvazisi gelişmeyen, yolu, okulu olmayan ve “çivi bile üretemeyen” Anadolu’da “Türk Aydınlanması” yaşanamadı. Bu sebeple de geleneksel üretim ilişkileri ile dinsel, mezhepsel, dilsel, kültürel farklılıklar günümüze kadar varlığını büyük ölçüde korudu.

CHP’nin tek parti diktatörlüğü, günlük hayatı sürdürmeye yönelik nafaka ekonomisi ilişkilerinin hâkim olduğu ve farklı anadillerin konuşulduğu yörelerde ulusal sanayinin kapitalist üretim ilişkilerini ve kurumlarını geliştiremedi. Yerel üretim ilişkilerini tasfiye edemedi. Bu sebeple de dilsel ve kültürel farklılıkları doğal bir yok oluş sürecine sürükleyemedi. Bunun yerine dilsel ve kültürel farklılıkları doğal olmayan bir yol ile yani resmî ideoloji ve resmî tarih tezleri ile ortadan kaldırmaya çalıştı.

Siyasî otoriteyi elinde tutan CHP’nin tek parti diktatörlüğü, Türkiye’nin anadillerini yok saydı ve bunların yok edilmesi için de elden gelen her şey yapıldı.1950’de iktidarını kaybeden CHP, toplum ruhunda açtığı yaralar ile sonraki dönemlerde de etkisini sürdürdü. CHP sonrası dönemde, bu yaraların bazıları sarılmaya çalışılsa da, anadil konusu hiç gündeme gelmedi; akla gelmedi; sahiplenilmedi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan yeni saflaşma ve ardından gelen Soğuk Savaş dönemi toplumsal dokuda meydana gelmiş olan yaraları gizlemek ile kalmadı; bu yaraları derinleştirdi; yeni yaralar açtı.

DSP-MHP-ANAP Hükümetinin ilgili yasa ve yönetmeliklerde yaptığı değişikliklerin ardından, yapılan resmî açıklama ile TRT’nin yalnızca Boşnakça, Arapça, Kırmançi, Çerkezce ve Zazaca radyo ve televizyon yayını yapacağı duyuruldu. Beş anadildeki radyo ve televizyon yayınları, 7 Haziran 2004 Pazartesi günü Boşnakça ile başladı.  TRT, Kırmançi, Zazaca, Boşnakça, Arapça ve Çerkezceyi hangi kıstasları göz önünde bulundurarak yayın yapmak için seçti? Bunu bilemiyoruz. TRT’nin, DİE’nin verilerini dikkate alarak bu dilleri belirlediği düşünülebilir. Anadillere ilişkin soruların en son 1985 nüfus sayımlarında sorulduğunu biliyoruz. DİE’nin anadil sonuçlarını açıkladığı en son sayım ise 1965’tekidir. 2000 yılında yapılan son nüfus sayımlarında ise, anadile ilişkin soru sorulmadığına göre; TRT, 1965 nüfus sayımı anadil verilerini mi dikkate aldı? Şimdi 1965 nüfus sayımı anadil verilerine bir bakalım: Anadili ve ikinci dili olarak Boşnakçayı 57.209 kişi; Çerkezceyi 106.960 kişi ve Arapçayı 533.264 kişi konuşuyordu. Yine aynı yıl verileriyle Lazcayı 81.165 kişi; Gürcüceyi 79.234 kişi; Pomakçayı 57.372 kişi; Arnavutçayı 53.520 kişi ve Abazacayı ise 12.399 kişi anadili veya ikinci dili olarak konuşuyordu. Bu rakamlar, TRT’nin bir anadilini, konuşanının sayısına göre değerlendirmediğini gösteriyor. O zaman TRT’nin kıstası neydi? Bunu hiç öğrenemedik.

Devletten ne mi istiyorum?! Bakın şöyle: Devletin oluşturacağı ilgili komisyonlar Lazca için Latin alfabesine dayanan alfabe oluşturmalıdır. Ardından da, ilk aşamada en az on bin kelimelik temel Türkçe kelime dağarcığı tespit edilmeli ve buna göre Lazcanın sözlüğü oluşturulmalıdır. Bu sözlük yayınlanmalıdır. İlk etapta ilköğretim birinci sınıf öğrencilerinin düzeylerine uygun masal kitapları ve çizgi filmler radyo ve TV yayınlarında da kullanılabilecek şekilde hazırlanmalıdır.

Bütün bunlarla eşzamanlı olarak, Lazca ilgili çalışmaları yürütecek, yani; masal kitapları, ilköğretim öğrencilerinin düzeylerine göre “sosyal bilgiler” ve “fen bilgisi“ vb. kitapları, çizgi filmler, tiyatro eserleri, radyo- TV programlarını hazırlayıp sunacak, gazete ve dergileri yayınlayacak personelin yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Bu personelin yetişmesinde, bu anadillerle ilgili ve/veya çalışmalar yapan komşu Gürcüstan’ın akademik personelinden de faydalanabilir.

Gerek personel yetiştirilmesi gerekse de yazılı, görsel, işitsel vb. her türlü materyalin hazırlanmasındaki bütün harcamalar, kuşkusuz ilgili devlet kuruluşları tarafından karşılanmalıdır.


- Ülkemizde Laz dili ve kültürüyle ilgili yayınlanan ve sizin de kadrosu içinde olduğunuz “Ogni” dergisi ile ilgili süreçten söz edebilir misiniz? Ogni'nin hedefleri ne idi?

-Aktüel Dergisi’nin 8-14 Ekim 1992 tarihli, 66. nüshasında  “Laz Enstitüsü Kuruluyor” başlıklı bir haber yayınlanmıştı. Bu haber ile birlikte “Laz Burjuvazisi de Destekliyor” başlıklı da bir ropörtaj. Laz dili ve kültürünün yaşatılması konusunda bir şeyler yapılmasını isteyen samimi insanların da içinde bulunduğu bir grup toplantılar yapmaya başlar. İnsanları doğru hedefe yöneltebilecek bir önderlik bulunmadığı için “trübünler”e hitaben, basına sorumsuzca  ve cahilce verilen ropörtajlar meyvesini verir; reaksiyoner çevreler kinlerini gazetelere kusarlar. Donanımsız  insanlar korkar. Bu kültürel hareket içerden boğulmuş olur. Aktüel Dergisi’ne verilen ropörtaj ile başlayan bu kısa sürecin değerlendirilmesi muhatapları tarafından hâlâ ciddî olarak yapılmış değildir.


Ben yukarıda sözünü ettiğim bu küçük çevrenin dışındaydım. Bu küçük çevreden birkaç kişi ile 1993 Yaz’ında tanıştım. Amacım bir yayın organı çıkartılmasına ön ayak olmaktı.  “Ogni”nin yayınlanacağını 15 Ekim 1993 tarihli Aydınlık Gazetesi’nde benimle yapılan ropörtaj ile duyurdum. “Ogni”, Kasım 1993’de yayınlanmaya başladı. “Ogni” altı sayı yayınlanabildi. Bugüne kadar konudan çeşitli şekillerde nemalanmak isteyenler “Ogni”nin adını çeşitli zeminlerde çok kullandı. Ancak “Ogni”süreci de bugüne kadar sağlıklı olarak değerlendirilemedi. Ben, bu süreci en iyi bilen kişiyim. Ancak bugüne kadar bu süreç, aktörler ve bilinen ve bilinmeyen rolleri hakkında bugüne kadar hiç konuşmadım ve yazmadım. Bu sürecin değerlendirilmesinin, mimarları tarafından ortak olarak yapılmasından yana olduğum için şimdilik bir şey söylemek istemiyorum. “Ogni, yazılı aktarımın önemini öğretmiş ve tarihsel ve dilsel bilinç oluşmasında önemli bir görev üstlenmiştir. Zuğaşi Berepe de bu sürecin ürünüdür.

- Kafkasya Yazıları dergisinin de isim babası olduğunuzu biliyoruz. Bu süreçten de söz eder misiniz?

-“Ogni”nin yayının son bulmasından sonra, Çiviyazıları Yayınevi ile bağlantı kurdum. “Ogni” gibi bir yayın organının buradan yayınlanması için çok çaba harcadım. Ne var ki sonuç alamadım. Sonuçta “Kafkasya Yazıları”nın yayınlanması ve yayınevinin “Mjora” kitap dizisinin oluşturulmasında başarılı oldum.

- Mjora sürecinden de bahsetmenizi isteyecektik, siz konuya girmiş oldunuz.

- “Kafkasya Yazıları”nda Lazlar ve Lazcaya ilişkin yanınlanan makaleler, “Lazlar” ve “Kafkasyadan Karadenize Lazların Tarihsel Yolculuğu” vb. kitaplar “Mjora”ya giden yolu açmıştır. “Mjora” uzun ömürlü olamamıştır. Munir Yılmaz Avcı’nın çalışmalarını, Sima Vakfını ve bu vakfın yayın organı “Sima”yı da unutmamak gerek.

- TRT 6 Kürtçe yayına başladı. Daha önceki süreçte bir kısım Laz aydınının TRT 5 deki sınırlı ana dil yayınına yönelik TRT'ye Lazca yayın için başvuruları oldu. Sizin konuyla ilgili düşüncenizi alabilir miyiz?

- Bu konuda birçok kişinin TRT’ye başvurusu oldu. Kimi kastettiğinizi bilmiyorum. Dolayısıyla da yorum yapamıyorum. Ancak; Lazca konusunda samimi olan, Lazca birşeyler üretir. Meselâ benim de içinde olduğum bir grup www.kolkhoba.org’u kurdu; üç yıldır Lazca yayın yapıyor. Lazca yayın konusunda ciddi olan Lazca yazar. Bunun dışındaki her çaba şova yöneliktir; ciddi değildir. Burada hemen belirteyim. Bir kaç yıl önce babam (Faik Aksamaz) hem TBMM’ne ve hem de TRT’ye hem Türkçe hem de Lazca dilekçe ile başvuru yaptı. Lazca yayın talebi konusunda ciddî olanların, önce kendi sitelerinde Lazca yayın yapmaları ve Lazca dergi çıkarmaları gerekir. Açık söylemek gerekirse  Türkiye’de Lazca yayın yapabilecek tek kadro kolkhoba.org ve Munir Yılmaz Avcı’dır. Kuşkusuz Gürcüstanlı  dilbilimciler ve radyo ve televizyon programcılarından da destek aranabilir. Ayrıca TRT’nin, sitesinde yayın yaptığı diller arasına Lazcayı da katması öncelikli bir beklenti olmalıdır. 


- 2005 yazında Gürcistan'a gittiğinizi biliyoruz. Neler gözlemlediniz? Abhazya-Gürcistan ve Güney Osetya-Gürcistan anlaşmazlığına ilişkin düşüncelerinizi aktarabilir misiniz?

-Evet, 2005 Yaz’ında, o zamanlar Gürcüstan Lazlarına yönelik Lazca yayın yapan Radio Kolkha’nın çağrılısı olarak Gürcüstan’a gittim. Gürcüstan’ın tarihi bölgelerini gezme imkânım oldu. Gürcüstan çok küçük bir ülke. Bu ülkeye en büyük düşmanlığı da bu ülkenin politikacıları yapmış. Uyguladıkları politikalar Gürcüstan halkını bölmekle kalmamış, ülkeyi Rusya’nın hedefi durumuna da getirmiş. Abhazya-Gürcüstan ve Güney Osetya-Gürcüstan anlaşmazlığını bu çerçevede değerlendirilmeli. Rusya ile iyi geçinen ve Kafkasyalıların gönlünü almış bir Gürcüstan’ın  bölgede bir barış ve dostluk adası olabileceği hâlâ bir ütopya değildir.

- Lazca ve Lazlar'ın, Gürcü dil ve kültür dairesi içinde değerlendirilmesi konusunda Gürcistan’da yaşayan Megreller’i de değerlendirerek, düşüncelerinizi alabilir miyiz?

-Lazlar, en yakından Megreller, sonra Gürcüler ve daha uzaktan da Svanlar ile akrabadır. Gürcüstan’ın şu anda uyguladığı milliyetler politikasının temeli Sovyet Yönetimi tarafından atılmıştır. Sovyet Yönetimi, Megrelleri yok saymıştır. Bu politika yanlıştı; hâlâ uygulanıyor. Bir başka önemli nokta; biz buradan pek anlamıyoruz ama; Gürcüstan’da Kilise önemli bir yere sahip. Megrelleri, bağlı oldukları Kilise bakımından da değerlendirmemiz gerekir.Gel gör ki, böyle giderse, politikacıların uygulamaları Gürcüstan’ı Tiflis merkezli bir şehir devleti haline dönüştürebilir. Böylesi bir gelişmenin sorumlusu tek sorumlusu Rusya değil, kuşkusuz o ülkenin politikacıları olacaktır. 

- Şu sıralar yeni bir çalışmanız var mı? Geleceğe yönelik projeleriniz nelerdir?

- www.kolkhoba.org ile ilgili çalışmalara devam ediyorum. İleride Lazca internet radyoculuğu yapma gibi düşüncem var. Ayrıca Kafkasyalıların dillerinin yaşatılmasına yönelik bir platform oluşturmaları konusuna kafa yoruyorum.

- Sorularımızla sizi sınırlamayalım, söylemek istediğiniz başka neler var?

-Belirtmek istediğim iki konu var. Birincisi, bugüne kadar kitaplarımı yayınlayan hiç bir yayınevinden telif ücreti almadım. İkincisi, bugüne kadar iki gazeteye ropörtaj verdim. İlki, 15 Ekim 1993 tarihli Aydınlık Gazetetesi’ne. Diğeri, 13 Haziran 2006 tarihli Ülkede Özgür Gündem Gazetesi’ne. Ne yazık ki, her iki ropörtajda da söylemediğim şeyler yazıldı. Söylediklerim de değiştirildi. Bunu paylaşmak isterim.  

-Bizimle yaptığınız röportajda böyle bir şey yaşamayacaksınız, olduğu gibi yayınlayacağız.
 Ali İhsan bey bize zaman ayırdığınız ve yanıtlarınız için teşekkür ederiz. Son olarak Jıneps okurlarına ve Çerkesler’e bir mesajınız var mı?

-Dillerimiz önemlidir. Dil konusuna duyarlı insanların destek vereceği bir platforma ihtiyaç bulunmaktadır. Bu konuda neler yapılabilir? Bu konuya kafa yoran insanlar bir araya gelmelidir. İlkeleri tespit edip işbaşı yapılmalıdır. Ne yapacağını bilmeden, ilkesiz yola çıkanlar, bir süre esen rüzgârın etkisiyle fındık kabuğu misali havalanabilirler. Ancak rüzgâr kesilince kafa üstü betona çakılırlar. Bunun bilincinde olmak gerekir. Emeğe ve dillere saygılı herkes beraberlik içinde çalışmalıdır.

Jıneps okuyucularına, sağlık, başarı ve mutluluk dolu günler diliyorum. Ayrıca bana bu imkânı sağladığınız için size de teşekkür ediyorum.

( Ali İhsan Aksamaz 24 Ocak 1959 tarihinde İstanbul- Nişantaşı SSK’da doğdu. İlk ve Orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 1977-1980 yılları arasında İstanbul İtalyan Kültür Merkezi ve Roma Societa’ Dante Alighieri Dil Okulunda İtalyanca kurslarına devam etti. Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngilizce Anabilim Dalından mezun oldu. Askerlik hizmetini Tuzla Piyade Okulu’ndan sonra Çankırı Astsubay Hazırlama Okulu’nda piyade asteğmen olarak tamamladı. Devlet okulu, özel okul ve kurslarda öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Özürlüler Merkezi’nde eğitmen olarak görev aldı. Evli ve bir çocuk babası. İlk gençlik yıllarından itibaren ülke ve dünya sorunlarına ilgi duydu. Toplumsal mücadelede yer aldı. Esas olarak, 1992 yılından beri Kafkasya ve “Türkiye’deki Kafkasya” ile ilgileniyor. Bu manada, Lazca ve Gürcüce ilgi ve çalışma alanı içindedir.)




Talip Kaynar’ın Ali İhsan Aksamaz ile röportajı (13 Haziran 2006, Özgür Gündem)









Ali İhsan Aksamaz: “İster yüz kişilik bir köyde konuşulan bir dil olsun, isterse üç milyon kişi tarafından konuşulan bir dil olsun, her dilin önemi aynıdır. Çünkü dil, tarihin derinliklerinden bugüne ulaşmış bir kültürdür”





Doğu Karadeniz bölgesi de­nince herkesin aklına Laz­lar gelir. Fakat Lazlar bu­güne kadar hep komik fıkralarla anıla gelmişlerdir. Araştırmacı-ya­zar Ali İhsan Aksamaz ise Lazların köklü bir tarih, kültür ve dil zenginliğine sahip bu coğrafyanın yerli halkı olduğunu yaptığı araştırma ve kitaplarıyla belgelemeye çalışıyor. Aksamaz ile çıkardığı  kitaplar ve Lazların durumunu konuştuk.
+


Talip Kaynar: Lazlara ilişkin çalışmalarınız nasıl başladı?



Ali İhsan Aksamaz:1992'de tesadüf eseri Lazların tarihine ilişkin okuduğum bir kitapla birlikte Laz kültürüne ilgim başladı. Okuduğum bu kitaptaki bana göre çelişkiler, beni bu konuda bir araştırmaya itti. Bu kişisel merak konusu toplumsal  olduğu için toplumsal bir boyuta ulaştı. Bir arkadaşın tavsiyesi ile ilk makalemi yazdım. Ve makale­nin ismini de “Lazlara gülmenin dayanılmaz hafifliği” koydum. Bu makalem o dönem (1993’de) Özgür Gündem  Gazetesi’nde yayınlandı.



Talip Kaynar: Sizi bu çalışmalara iten   toplumsal durum, çelişki veya problem neydi?



Ali İhsan Aksamaz: Türkiye'de Lazlar diye bir halk ve bu halkın bir dili var. Ve sonuçta bu toplumun bir tarihi var.  Dünyada İrili ufaklı birçok dil bu­lunuyor ama Lazca gibi çok zor durumda bulunan diller de var. O amaçla özellikle Laz dilini geliştirmek için bugünkü ulaştığım nok­tada bu çabalarımı yürütüyorum. Benim anlayışım şu: İster yüz kişi­lik bir köyde konuşulan bir dil ol­sun, isterse 3 milyon kişi tarafın­dan konuşulan bir dil olsun her bir dilin önemi aynıdır. Çünkü o dil tarihin derinliklerinden bugüne kadar ulaşmış bir kültürdür.




Talip Kaynar: Çiviyazıları Yayınevi'nde yayınlanan çalışmalarınız var. Bunlardan bahseder misiniz?



Ali İhsan Aksamaz: Çiviyazıları Yayınevi'nin o zaman farklı kültürler ve dillere ilişkin yayın yapacağı gündeme gelince, benim önerimle "Mjora" adıyla kitap serisi yayına koydular. "Mjora" Lazca'da güneş anlamına geliyor ve bütün Kafkasya halklarında kutsal bir anlam taşıyor.



Talip Kaynar: 2000 Haziran'ında  "Dil Tarih Kültür ve Ge­lenekleriyle Lazlar" adlı kita­bı çıkardınız. Sanırım Lazlara adanan Türkçe yayınlanmış ilk kitap?



Ali İhsan Aksamaz: Evet, Lazlara adanmış kitabımdı.(Ancak daha önce de (1997)“Kafkasyadan Karadeniz’e Lazların Tarihsel Yolculuğu” adlı bir kitabım yayınlanmıştı). Beni bu kitabı yazmaya iten sebep şuy­du; Doğu Karadeniz'de Laz denen bir halk vardı. Ama Türkiye'de resmî ideolojinin yaklaşımı doğrultusunda Lazlara, Karadenizliler
veya yalnızca Karadenizli Türkler denili­yordu. Bu konuda bir araş­tırma yapıp bunun böyle olmadığı­nı, Lazların bu bölgede yaşayan en eski Kafkasya kültür kökenli yerli halklardan olduğu­nu gördüm.



Talip Kaynar: Ama bugüne kadar Lazlar denince akla Laz fıkraları ge­liyordu, değil mi?



Ali İhsan Aksamaz: Evet. Fıkralar bir zenginlik, ama onların sadece bu fıkralarla anılması doğru değil. Kitabım aslında bir nebze buna yanıttı.



Talip Kaynar:  Lazlara ilişkin Türkiye'de çok fazla belge bulunmuyor. Bu kitabınızdaki bilgilere ulaşmada zorlanmadınız mı?



Ali İhsan Aksamaz: Tabii zorlandım. Ama sabırlı yaklaştım. Lazlarla ilgili birçok makaleyi toparladım. 1964'te Gür­cistan'da çıkan “Lazların Tarihi” adlı kitap 1992'de İstanbul'da ya­yınlandı. Bu kitaptan da faydalan­dım. Ama bu kitap çok eski idi. Ve Türkiye kaynaklarından da ya­rarlanmıyordu. Türkiye'de yayın­lanmış çeşitli makaleleri de bu kitaba koydum. İçin­de Türkçe karşılığı olan Lazca ke­lime ve cümlelere de yer veren, Lazların tarihini, kültürünü anlatan bir eser ortaya çıkmış oldu.


Talip Kaynar:   Eylül 2003'te de “Doğu Karadeniz'de Resmî İdeoloji­lerin Kuşatması" adlı kitabı­nız çıktı. Bu kitaptan da bah­seder misiniz?



Ali İhsan Aksamaz: Son dönemlerde farklı kültürden Aydınlar kısmen de olsa kendilerini ifade etmeye başladı. Bu yapılırken de başka resmî ideoloji­lerin propagandası yapılıyor. Meselâ; yazarı Ömer Asan olan “Pontus Tarihi” adlı bir kitap yayınlandı. Bu arkadaş yazmış ol­duğu kitapta bütün Doğu Kara­deniz halkını Helen ırkına bağlıyor. Ve Doğu Karadeniz'de konuşulan dillerin Helen dilinden geldiğini söylemeye çalışıyor. Ben bunlara karşı çıktım bu kita­bımda. Meselâ; Lazlara, Gürcüle­re, Hemşinlilere Helen'dir de­mek yanlış bir tutumdur. Bu kitabımla bütün resmî ideolojileri eleştiriyorum.



Talip Kaynar:   Türkiye'deki resmi ide­olojinin yansımasını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Ali İhsan Aksamaz: Zaten şu an yaşadığımız en büyük sorun Türkiye’deki farklı kültürleri yok sayan resmî ideolojidir. Biz aydın olabiliriz, bir kültüre ait olabiliriz, ama farklı kültürlere de kucak açan bir yaklaşımımız olmalıdır. Lazca da, İspanya'nın bir dağ köyünde konuşulan dil de ölme­sin.



Talip Kaynar: Ayrıca “Anadilde Eğitim Hakkı ve Azınlık Hakları” adlı çalışmanız var, neden ihtiyaç duydunuz?


Ali İhsan Aksamaz: (Bu ortak bir çalışma) Türkiye'de anadili konusunda büyük bir kavram karmaşası vardı; anadilde eğitim, anadili öğretimi vb. gibi birçok kavram kullanılıyordu. Bu kavramlar yeni tartışma gündemimize gir­mişti.Bu konulara açıklık getiriyorum. Bu kitabı çıkaracağımız dönemde, biliyorsunuz, TRT farklı dillerde yayın yapma kararı al­mıştı. Ama bazı dillerde yayın yapmadı. Bunlardan bir tanesi de Lazca'dır. Lazca bu toprakların en eski dillerinden bir tanesidir. Kitapta TRT'nin Lazca yayın yapma konusunda karar alması gerektiğine de değindim. Benim fikrimi sorarsanız, şu an Türki­ye'de hiçbir anadil­de eğitim yapılabileceği düşün­cesinde değilim. Türkçe  olarak da çok sağlıklı bir eğitim verildiğine inanmıyorum.



Talip Kaynar: Bundan sonra çalışmalarınız olacak mı? Hangi çalış­malar olacak bunlar?


Ali İhsan Aksamaz: Bundan sonra çalışmalarımız tabii ki var. Kolkhoba.org sitesin­deki haber portalı üzerinden çalış­malarımız sürecek. Ayrıca TRT'de Lazca yayın yapılması konusunda onlara yardımcı olmak istiyoruz. Bu yönlü çalışmalarım sürecek. Ayrıca, bundan sonra anılarımı Lazca yazmak istiyorum. Ve www.hopam.com sitesindeki kültür sanat sayfasına yazı yazmaya baş­ladım.


Ali İhsan Aksamaz kimdir?
1959'da Ardeşen'de, eski adıyla Şanguli'de doğdu. İstanbul'da büyüdü. Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu. Devlet ve özel çeşitli kurumlarda İngilizce öğretmenliği yaptı. Arkadaşlarıyla birlikte “Ogni” ve o kapandıktan sonra “Mjora” adlı derginin çıkmasına katkıda bulundu. Daha sonra İzmit'te çıkan “Sima” adlı derginin yayın yönetmenliğini yaptı. Aynca “Yeni Kafkasya” adlı bir gazetenin de yine yayın yönetmenliğini yaptı. 1997'de ÇiviYazıları Yayınevi'nin yayınladığı “Kafkasya'dan Karadeniz'e Lazların Tarihsel Yolculuğu” araştırma kitabıyla, 1999'da “Doğu Karadeniz'de Efsane Tarih ve Kültür" adlı derleme çeviri kitabı yayınlandı. Bunların dışında 2000'de Sorun Yayınları'ndan “Lazlar”, 2003'te “Doğu Karadeniz'de Resmî İdeolojiler Kuşatması" ve 2005'te de "Anadilde Eğitim hakkı ve Azınlık Hakları" adlı kitapları yayınlandı. Şu an Lazlarla ilgili çalışmalarının dışında engellilere öğretmenlik yapıyor.


13 Nisan 2020 Pazartesi

Yusuf Altunok’un Ali İhsan Aksamaz ile söyleşisi (1 Haziran 2015 ve 3 Haziran 2015)







7 Haziran seçimlerine az bir süre kala Çoğulcu Demokrasi Partisi’nden 2. Bölge Bağımsız adayı Ali İhsan Aksamaz ile görüştük. ÇDP Kurucuları arasında Çerkes olmayan tek kişi olan Laz Yazar Ali İhsan Aksamaz ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümünde ağırlıklı olarak Lazları konuştuk.
Yusuf Altunok: Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım, kimdir Ali İhsan Aksamaz?
Ali İhsan Aksamaz1959 yılında 24 Ocak’ta İstanbul’da doğdum. Rize, Ardeşen, Şanguli köyü kökenli bir baba ile kökeninde Çerkeslik de bulunan bir annenin ilk çocuğuyum. Vefa lisesinden mezun oldum. Daha sonra Antalya Yabancı Diller Yüksek Okulu’nda okudum ve ardından Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldum. İstanbul Tepebaşı’nda bulunan İtalyan Kültür Merkezi’nde ve Roma’da dil okulunda İtalyanca kurslarına gittim. Dolayısıyla iki yabancı dilim var, biri İngilizce biri İtalyanca. Onunda dışında da Lazcayı literatür takip edecek, yazıp, akıcı bir şekilde konuşacak derecede biliyorum. Lazca aslında annem Laz olmadığı için anadilim değil. Bu sebeple özel uğraşımla geliştirdim Lazcamı. Çok okudum, Sovyetler Birliği döneminde Türkiye’ye ulaşan akademik amaçlı çalışmaları takip ettim. Halende dediğim gibi literatürü takip ederek okumalarımı sürdürüyorum.
Lazlar ve Lazca ile ilgili çalışmalarınız da var. Bunlardan biraz bahsedebilir misiniz? 
Evet, Lazlar ve Lazca ile ilgili naçizane bilgim ve cesaretim seviyesinde çeşitli kitaplar hazırladım. Herhâlde ölene kadar, yada akli melekelerim yerinde olduğu sürece de bu konuda üretmeye çalışacağım. Bu arada birazda Gürcüce biliyorum. Yayınladığım kitaplar arasında benim için en önemlisi “Laz Dili Temel Dersleri”. Aslında bu kitabın ortaya çıkışı da ilginçtir. Kadıköy’de bulunan Akader’den bir teklif geldi bana, Lazca ve Lazlarla ilgili bir şey yapalım diye. Bir sunum yapmamı istediler. Ben de isterseniz ben ders vereyim dedim. Bir akademik yıl ders verdim orada. Böyle bir çalışma için ciddi bir ön hazırlık gerekiyor tabi. Bu hazırlık aşamasında yaptığım çalışmaları kitaplaştırdım ve bu kitap ortaya çıktı. Lazika Yayın Kolektifinden yayınlandı. Bu sıralar bu ders kitabının ikinci baskısı üzerinde çalışıyorum. İkinci baskıya biraz farklı bir konu olarak Lazca Siyer çalışmamı ekledim. Bunun dışında 30 yılı aşkın bir zamandır İngilizce öğretmeniyim. Bir dönem Büyükşehir Belediyesinde özürlüler merkezinde çalıştım. Şu anda emekliyim ama halen ders ücretli olarak derslere devam ediyorum. Evliyim. Eşim Nuray Gök Aksamaz da bir kültür insanı. Onunda Kafkasya Mitolojisi adlı bir çalışması var. Aynı zamanda “Nartlar’dan Beri” adlı bir bölümde topladığı kendisine ait olan Nart şiirleri var. Bir kızımız var, İTÜ’yü bitirdi master hazırlıkları yapıyor.
Aslında bu söyleşinin amacı seçimler. Ancak sizi bulmuşken Lazlardan biraz daha bahsetmek istiyorum. Maalesef Lazlar konusunda hem Çerkes Diasporası hem de Türkiye kamuoyu pek bilgili değil. Bu sebeple Lazları biraz daha tanımak isteriz. 
Lazlar, Güney Batı Kafkasya ile Doğu Karadeniz bölgesinin yerli halkı. Yani bugün birbirine komşu ülke olan Türkiye ile Gürcistan’ın birbirine yakın olan bölgelerinde yaşayan yerli halklardan bir tanesi. Lazlar eski dönemlerde Megrel olarak adlandırılıyorlardı. Hatta şu anda da kendilerine Margali derler Megreller. Margali kelimesi ekinci demek. Yani eken, biçen, tarımla uğraşan anlamına geliyor. Süreç içerisinde Megrellere yani Magrallara Bizanslılar Laz dediler. Magral, Megrel ve Laz aslında eş anlamlı kelimeler olarak aynı halkı tanımlamak için kullanıldı. Yakın akrabaları olan Gürcüler onlara Megrel yada Megreli derken bir diğer komşuları olan Abhazlar onlara Agırva diyorlardı. Tarihsel süreç içerisinde Laz adı Müslümanlaşanların üzerinde kaldı diyebiliriz. Diğer bahsettiğimiz kavramlar ise Hristiyanların üzerinde kaldı. Tabi şunu da belirtmek gerekiyor Gürcistan’ın Lazları şu anda yeniden ata dini olarak adlandırdıkları Hristiyanlığa dönmüş durumdalar.
Osmanlı Lazları kendi üretim ilişkileri içinde yaşayıp üreterek hayatlarını devam ettiriyorlardı. Cumhuriyete kadar da bu şekilde devam etti bir şekilde. Hatta Kurtuluş Savaşı olarak kodlanan savaşa fedakarca destek oldular. Nazım Hikmet’in Arhavi’li İsmail adlı destanında da Lazların bu mücadeleye destekleri ayrıntısıyla anlatılır. Birinci meclis bildiğiniz gibi Türkiye’nin önemli bir mevzisiydi. Hem halklar, hem mezhepler, hem de dinler açısından ama ikinci meclis öyle değildi maalesef. Kısaca 1930’lu yıllardan itibaren bütün diğer kimlikler gibi Laz kimliği de baskı altına alınmaya başlandı. Ancak bu baskıların çok fazla etkili olduğu söylenemez. Çünkü Lazların çoğu kendi üretim ilişkileri içerisinde köylerde yaşıyorlardı. Devlet otoritesi size bir şey dese bile köyde, kırsalda büyük ölçüde geleneksel üretim ilişkileri içinde Lazca ve Laz kültürü yaşıyordu. Ancak ne zaman ki 1970’lerden sonra radyo, televizyon ve elektrik oralara girdi, asimilasyon çok daha hızlı bir şekilde etkisini göstermeye başladı.
Karadeniz bölgesinin tamamı Laz olarak bilinir ancak sanırım gerçek bu değil. Lazlar nerelerde yaşıyorlar daha çok Türkiye’de?
Özel olarak Rize’de Pazar, Ardeşen, Fındıklı, Çamlıhemşin; Artvin’de ise Hopa ve Arhavi’de yaşıyorlar Lazlar. Aynı zamanda 93 Harbi olarak adlandırılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşları sırasında önemli sayıdaki bir nüfus Türkiye dışındaki bölgelerden bir çok Laz gelip Türkiye’nin Batı bölgelerine, Adapazarı, Sapanca, Düzce gibi bölgelere yerleşmiştir. Bunlar bugün muhacir Laz köyleri olarak bilinen köylerde yaşarlar. Bunlar da kendi dil ve kültürlerini büyük ölçüde yaşatıyorlar. Tabi burada köyde kalanların kimliklerini yaşatma oranlarının çok daha fazla olduğunu söylemek lazım. Şöyle bir ayrım vardır bilirsiniz, toprak yolda yaşayan insanlar kendi kimliklerini, kültürlerini dillerini yaşarlar ancak yol asfalt olmaya başladığında kültürün yaşatılma oranı da aynı ölçüde düşer.
Özetle Lazlar, Sovyetler Birliği çökene kadar ciddi bir asimilasyona uğradılar Türkiye’de. Ancak şunu da not etmek lazım ki Osmanlı ülkesinde olsun, Cumhuriyet Türkiye’sinde olsun bir takım Laz aydınları ve Laz örgütleri çeşitli çalışmalar yapmışlardır. Ancak bunlar ne yazık ki açığa çıkarılmamıştır tam anlamıyla. Osmanlı dönemindeki çalışmalara örnek vermek gerekirse Hopalı Faik Efendi vardır mesela ilk Laz dili gramerini oluşturmuş olan. Bu çabalarından dolayı takibata uğramış olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Onun dışında İrfan Aleksiva adlı bir arkadaşımızın ortaya çıkardığı, Fındıklı’lı Ahmet Tevfik Kavaşise adlı aydının Lazca bir broşürü var. “Sevgili vatandaşlarım Lazlar” diye başlar o broşür. Bu metin daha sonra çeviri yazı olarak Lazi Yayınları tarafından da basıldı. Bu örnekler gösteriyor ki hem Osmanlı döneminde hem de Türkiye’nin baskı dönemlerinde tüm engellemelere rağmen Laz aydınlarının kültürlerine dair çalışmaları vardır.
Şu anda Türkiye’de yaşayan Lazların mevcut sorunlarını sormak istiyorum. Ne tür talepleri var Lazların ya da talepleri var mı?
Tabi ki Lazlar diğer halklarda olduğu gibi aynı ekonomik imkansızlıklara ve sıkıntılara sahipler. Hayat şartlarının mutlaka düzeltilmesi gerekiyor. Çünkü eskiden Lazistan sancağı denilen, şimdi Lazona dediğimiz yerde nüfus özellikle köylerde sürekli azalıyor. Şu anda Lazlar hem köylü, hem kentli, hem de İstanbul, Ankara, İzmir’de yaşayanlarla birlikte büyük kentli olarak yaşıyorlar. Fikri yapılarının da bu şekilde hem köylü hem kentli hem de büyük kentli olduğunu söyleyebiliriz. Kimlik mücadelesinde kalıcı başarılar elde edememelerinin sebebi de biraz buradan kaynaklanıyor.
Bu anlattıklarınızdan yola çıktığımızda Lazların Türkiye’deki siyasal süreçlere kendi kimlikleriyle katılım düzeyleri, daha net ifade edecek olursak siyasallaşma düzeyleri nedir?
Lazlar aslında tarihsel TKP’nin (Türkiye Kominist Partisi) önemli kadrolarını oluşturuyorlardı. Biliyorsunuz Sovyetler Birliği Güney sınırlarını güvence altına almak için genç Türkiye Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler içerisindeydi ve onu küstürmek istemiyordu. Türkiye’nin iki seçeneği vardı, İngiltere ve Sovyetler Birliği. Bu iki büyük güç arasından tahterevalli politikası ile Ankara yönetimi işi götürdü. Bu süreçte bir de TKP gerçeği var. Sovyet Rusya hiç bir zaman Türkiye ile ilişkilerini bozmadı. Lenin döneminde de Stalin döneminde de, hatta bugünde böyledir bu. Türkiye ile Rusya Federasyonu ilişkilerini iyi tutmak istiyor çünkü komşu ülkeler.
Bu çerçevede tarihsel TKP’nin de Sovyet gölgesinde kalmış bir hareket olduğunu söyleyebiliriz açıklıkla. Sovyet yönetimi kendi etkisindeki TKP’nin Türkiye ile ilişkilerini bozmaması yönünde tedbirler almıştır. Dikkat ederseniz iki kuşak öncesinde TKP’li olanlar bir bakmışsınız CHP’li olmuşlar. Böyle bir proses de var.
Süreç içerisinde biliyorsunuz 1988 31 Ağustos’unda Sarp sınır kapısı açıldı. Bu sınırın açılmasıyla birlikte o tarafta kalan Lazlar ile bu tarafta kalan Lazlar arasında gidip gelmeler ve ilişkilenmeler başladı. 1937’de kapanan sınırın ardından ilk ilişkiler kuruluyordu bu dönemde. Daha sonraki dönemde pasaportsuz geçişlerin başlamasıyla Lazlar birbirleriyle ilişkilerini daha da artırdı. Bu dönemin etkisiyle Laz aydınları da, özellikle Avrupa’da, Almanya’da yaşayan genç aydınların içerisinde olduğu grup kendi kimliklerini yaşatmak için el yordamıyla da olsa bir şeyler yapmaya çalışırlar. Ve bu çabaların sonucunda bir alfabe hazırlandı. Gerçi Sovyetler Birliği’nde, Lazların kültürel hakları sahip oldukları dönemde Latin alfabesine dayalı bir alfabeleri vardı. Ancak Almanya’daki aydınların bundan haberleri yoktu. Esas itibariyle 1980’li yılların ikinci yarısından sonra Laz kimlik hareketinin yavaş yavaş ivme kazandığını görüyoruz. Bunlar genelde sol, sosyalist, Marksist grupların etkin olduğu hareketler. Bu çalışmalar hakkında çok fazla bir kaynak yok. Bunun sebebi bu grupların o dönem için illegaliteleri ve diğer kesimlerinde onları görmek istememesinden kaynaklanıyor.
Özellikle 2000’li yıllardan sonra Türkiye’deki etnik kimliklerin daha görünür olduklarını görüyoruz. Lazlar için de benzer bir süreçten bahsedebiliyor muyuz?
1993’de benimde içerisinde olduğum bir grup Ogni Dergisini çıkarttık. Ogni aslında Ognare yani duymak fiilinden geliyor. Ogni “duy” demek. Bu yayın organı altı sayı çıktı ama Lazlarda müthiş bir kimlik sıçramasına yol açtı. Lazcanın yazılamayacağını düşünüyordu insanların çoğu bu dönemde. Resmi ideoloji insanların beynini öyle bir dumura uğratmış ki Lazcanın yazılma ihtimalini bile yok sayıyorlardı.
Tabi bu çalışmalarla birlikte Kazım Koyuncu faktörü var. Ogni önemliydi ama Kazım Koyuncu ile birlikte bu kimlik bilinci daha da bir ivme kazandı. Çünkü Kazım Koyuncu yaptığı çalışmalar ile Lazcayı popüler bir dil haline getirdi. Koyuncu’nun kanser olup maalesef hayatını kaybetmesiyle birlikte Laz dilinin popülaritesi biraz daha fazlalaştı. Tabi Türkiye’de yapılan bütün bu çalışmalar siyasal söylemleri de içinde barındırıyor. Bütün sol grupların bunları sahiplenmeye çalıştıklarını görüyoruz mesela. Her biri kendi algıları üzerinden bu çalışmalar ile ilgili seksiyonlar oluşturmaya çalıştılar ve bu süreç bir şekilde devam ediyor.
Burada çok önemli bir şey yaşandığını da söylemek lazım. Laz Kültür Derneği kuruldu İstanbul’da, bunun yanı sıra Laz Enstitüsü açıldı . Arhavi’de Şkuni Berepe (Bizim Çocuklar) adlı Kültür, Sanat, Turizm derneği var. İrfan Aleksi adlı bir arkadaşımızın çıkardığı bir gazete var. Bunların dışında tabi internet ortamında Lazlar ile ilgili belki binlerce yayın var. Lazların yurt dışında hiç bir yerde özerk bölgeleri ve tabi özel hakları olmadığını düşündüğümüzde bu çalışmaların ne kadar zor olduğunu da görürsünüz. Türkiye’deki Laz aydınları bu çalışmaları emin olun tırnaklarıyla kazıyarak ortaya koydular. Bu insanlara bu yüzden ben ayrım yapmadan sonsuz saygı duyuyorum. Maalesef resmi ideoloji sadece insanların kimlikleriyle buluşmalarının önünde set olmadı, aynı zamanda aydınların birlikte hareket etme ihtimallerini de dumura uğrattı. Ciddi bir güvensizlik ortamı oluştu aydınlar arasında. Şu anda birbirinden farklı duran bir çok grup var ama zaman içerisinde bunlar birbirlerine yaklaşacaklar ve birlikte hareket etmeye başlayacaklardır, ben buna tüm kalbimle inanıyorum. Bu anlamda Lazların da politize olduklarını göreceğiz. Zaten politize olmalılar çünkü resmi ideoloji bir siyaset uygulayarak bütün kimliklere yok etmeye çalıştı. Bununla da ancak politize olarak mücadele edilebilir.
Geçtiğimiz yıllarda seçmeli ders olarak çeşitli dillerde eğitim verilmeye başlandı. Bu anlamda Lazcanın durumu nedir? Bu sınıflara ciddi bir rağbet var mı?
Bu gelişmeler geç de olsa AK Parti döneminde yaşandı. Ben kendi adıma AK Parti’ye müteşekkirim. Yaptıkları doğru, yanlış değil, ancak tabi ki yetersiz.
Seçmeli ders konusu Lazca açısından çok önemliydi. Bu, şu anlama geliyor: Türk devleti bu güne kadar yok saydığı, asimile etmeye çalıştığı bir halkı tanıdı. Ve onların kimliklerini, dillerini yaşatması noktasında da adımlar atıyor. Bu adımlar bu açıdan çok önemli. Tabi bu gelişmeler gönül isterdi ki 20’li 30’lu yıllarda olsun ve hem ortak anlaşma dilimiz Türkçe hem de yerel dillerimiz bu durumda olmasın. Türkçe hiç iyi bir durumda değil, yerel dillerimiz için de durum vahim. Ayrıca insanlarda da ortak anlaşma dilimizi reddetme gibi bir eğilim var son dönemde. Bu kesinlikle yanlış. Aynı nüfus cüzdanını taşımak durumundayız ve aynı ülkede yaşamak zorundayız sonuçta. Böyle şizofrenik bir yapı söz konusu. Ancak zannediyorum ki önümüzdeki dönemde bu sorunların daha da siyasallaşmasıyla ve geliştirilecek siyasi duruşlar ile birlikte daha da ileri adımlar atılacak.
Bu gelişmeler geç de olsa AK Parti döneminde yaşandı. Ben kendi adıma AK Parti’ye müteşekkirim. Yaptıkları doğru, yanlış değil, ancak tabi ki yetersiz. Bu 2 saatle olacak bir şey değil ve kesinlikle geliştirilmeli.
Lazların yaşadıkları bölgede, Lazona’da her ilçede sınıflar açıldı hatta bir kaç ilçede birden fazla açıldı. Sadece Hopa merkezde açılmadı. Biliyorsunuz Hopa sol grupların etkili olduğu bir yer. Benim Hopa’da yaşayan bu siyasal gruplardan arkadaşlarım var. Onlara “neden Lazcanın seçmeli ders olarak açılması için çaba harcamıyorsunuz?” diye soruduğumda aldığım cevap çok komik. “Bu uygulama Ak Parti zamanında gerçekleşti. Onun için biz bunu savunamayız ve bu konuda çalışma yapamayız” diyorlar. Buna rağmen Hopa merkezde olmasa da Çıhala dediğimiz yerde sınıf açıldı.
Sınıf açılan yerlerde insanlar bu sınıflara ciddi şekilde ilgi gösteriyorlar. Ben inanıyorum ki Lazlar ve Laz kimlik mücadelesi veren aydınlar olduğu sürece bu sorunların üstesinden gelinecek ve tarihsel yaralar birer birer sarılacaktır.
devam edecek…

Ali İhsan Aksamaz ile Söyleşi(2): “Sürpriz olabilir”
3 Haziran 2015, 09:32
Hazırlayan: Yusuf Altunok
ÇDP 2. Bölge Bağımsız Milletvekili adayı Laz yazar Ali İhsan Aksamaz ile yaptığımız söyleşinin ikinci bölümünde ÇDP’ye nasıl girdiğini, adaylığına Laz aydınların ve Laz seçmenin tepkisini ve seçim çalışmalarını konuştuk.
Yusuf Altunok: Yavaş yavaş siyasete ve milletvekili adaylığınıza gelelim istiyorum. Öncelikle neden ÇDP bünyesinde siyasete atılma kararı aldınız? Siyasete girme ve adaylık sürecinizi biraz anlatabilirseniz sevinirim.
Ali İhsan Aksamaz: Ben politikacı değilim, politika ile ilgilenmiyor muyum derseniz, tabi ki ilgileniyorum ama ben bir kültür adamıyım. Yazdığım, çizdiğim şeyler tabi ki politika ile de ilgili ama her hangi bir siyasi hareket yada grup ile ilgili şeyler değil. Aslında bir siyasi partiye girip yönetici olacağım yada ardından olursa bir de mebus olayım diye bir düşüncem yoktu. Biraz bu noktaya nasıl geldiğimi anlatmaya çalışayım. Şöyle bir durum var örselenmiş kimlikler konusu siyasi bir konu. Ben 1994 yılından beri Çerkeslerin çeşitli yayın organlarında yazıyorum. Yeni Kafkasya, Alaşara gibi yayın organlarında yazılarım çıktı. Hatta Çivi Yazılarından Kafkasya Yazıları diye bir dergi çıkarmıştık arkadaşlarla birlikte, onunda isim babasıyım. Ben hep Kafkasyalıların birliğini savundum. Çünkü Kafkasyalılar Türkiye’deki Arnavutlardan veya Kürtlerden farklı. Şöyle bir slogan var biliyorsunuz Yaşasın Halkların Kardeşliği diye. Bu çok absürt bir slogan. Kimse kusura bakmasın ama çok dişi bir ifade bu. Böyle sloganlarla olacak bir iş değil bu. Bundan 3-4 yıl önce Abhazların, Gürcülerin, Lazların, Çerkeslerin bir nüve yapı oluşturmaları konusunda çabalarımız oldu ancak akamete uğradı. Bunu kimler neden akamete uğrattı bilmiyorum açıkçası. Daha sonra bu çalışmaların bir aşamasında Halkların Demokrasi partisi girdi devreye. Partinin kuruluş aşamasında birileri bizimle de bağlantı kurdu.
Bunu sormayı düşünüyordum zaten. Siz Sol siyasetten geliyorsunuz ve HDP’de sol söylemleriyle bilinen bir parti. HDP ile ilgili görüşleriniz nedir?
Kürt sorunu daha önceden, yani 12 Eylül öncesi dönemde bir Türkiye sorunuydu. Türkiye’nin demokratikleşmesi konusuyla ilgili bir sorundu. 1920’li yıllarda Kürt dili anadil olarak eğitim hayatında olabilseydi Türkiye’de yaşadığımız sorunlar bu şekilde yakıcı bir şekilde yaşanmayacaktı örneğin. Ama Kürt sorunu artık bir Türkiye sorunu değil uluslararası bir sorun. Suriye, İran, Irak ve Türkiye’yi ilgilendiren bir sorun olmaktan hatta Kürtleri ilgilendiren bir sorun olmaktan bile çıktı şu anda. Uluslararası büyük aktörlerin bir sorunu artık Kürt sorunu. Konuyu bu çerçevede değerlendirmek lazım. Hatta HDP’nin ön nüvesini oluşturmak için Çerkes, Laz, Gürcü vs. aydınlarıyla yapılan bir toplantıda bir çok arkadaş da bu konudaki kaygılarını dile getirdiler. İşin trajik yanı bugün HDP’yi destekleyelim diye imza verenler de vardı o kaygılarını dile getirenler arasında. Bu konuya isim vererek daha detaylı girmek istemiyorum şu durumda.
Kürt sorunu Türkiye’nin sorunu olmaktan çıktığı için böyle bir sorunun tarafı gibi gözüken bir siyasi hareket içerisinde henüz kendi siyasal duruşlarını ve rüştlerini ispat etmemiş Çerkes, Abhaz, Laz ve Gürcü aydınlarının yan yana durmaları pek mantıklı olmazdı. Bende bu sebeplerle kendi adıma HDP ile birlikte durmadım. Ama buna rağmen Özgür Gündem gazetesinden makale istediklerinde makalelerimi gönderdim, hatta evvelki sene barış ile ilgili görüşlerimi sorduklarında da kendilerini cevapladım. Ki bunu manşetten de verdiler sağ olsunlar. Bunlara rağmen dediğim gibi Kürt hareketi artık uluslararası bir vizyon aldı. Biz Kafkasyalılarında o vizyon içerisinde olmadığımız açık. Yaşasın Halkların Kardeşliği gibi sığ ve dişi bir söylemin arkasına sığınırsak her yerde durabiliriz tabi.
ÇDP’yi bu anlamda sizin için cazip kılan nedir? Kısaca neden ÇDP?
Adaylıktan önce nasıl ÇDP’li olduğumdan bahsedeyim isterseniz. Bilindiği üzere Erol Kuşba benim çok eski arkadaşım, Abhazya’da tanışmıştık kendisiyle. O aradı beni ve bir siyasi hareket oluşturduklarını söyledi. Ki daha öncesinde de ÇHI sürecinde ben onların yanında kısmen yer almıştım. Çalıştaya vs. katıldım. Dolayısıyla bu çevre bana yabancı değil, hele Çerkesler hiç değil. Daha önce Jıneps Gazetesinde de makalelerim yayınlanmıştı zaman zaman. Bu sebeplerle böyle bir teklif gelince ben düşünmeden kabul ettim. Yani tam hazırmışım gibi değil de bir şeref saydım. Ankara’ya gittik ve kuruluşumuzu gerçekleştirdik. Şu anda da ÇDP’nin kurucular kurulu ve parti meclisi üyesiyim.
Adaylık konusuna gelince; ben aslına bakarsanız ÇDP’nin seçime gireceğini düşünmüyordum. Ancak beni arayarak seçimlere bağımsız adaylarla katıldıklarını ve beni de 2. Bölgeden düşündüklerini söylediler. Bende tabi ki şeref duyarım dedim ve kabul ettim. Adaylığım bu şekilde gerçekleşti özetle.
Bu süreçte Çerkes entelektüel grupları arasında belli problemler olduğunu da biliyorum. Ancak bu anlamda bir tarafın yanında durup diğer tarafa tabiri caizse nanik yapmanın da doğru olmadığını düşünüyorum. Biraz önce bahsettiğim gibi asimilasyon politikalarına karşı siyasal bir duruş sergilemek gerekiyor. Bugün bu ÇDP içerisinde gerçekleşti. Bu arada biraz espriyle söylemem gerekirse, ÇDP aslında bir Çerkes partisi değil. Adı Çoğulcu Demokrasi Partisi ama 37 Çerkes bir tek Laz ben varız. Partinin bu anlamda çoğulcu tarafını oluşturuyorum.
ÇDP bence önemli çünkü kimlik meselesinin siyasal bir konu olduğunu ve siyasal bir duruşla çözümlenmesi gerektiğini ortaya koydu. ÇDP doğru olabilir, yanlış olabilir bir çok eleştiri de getirilebilir ÇDP’ye ama işin böyle bir tarafı var. Bende bu sebeple ÇDP içerisinde yer aldım. Gönül isterdi ki Gürcülerde olsun Abhazlar da olsun, Pomaklarda olsun. Ama onlarda bu hareket içerisinde zaman içerisinde giriyorlar. Öyle duyuyorum ve biliyorum.
Kendi adıma söylemem gerekirse bu çevre içerisine yani ÇDP çevresine girince etrafımda bir sevgi yumağı buldum. Bu sevgi yumağı beni sarmaladı bir rüya gibi. Bu rüya bitsin istemiyorum açıkçası. Sadece İstanbul’da da değil Samsun’da Bursa’da falan da gittiğimiz toplantılarda çok ciddi bir teveccüh var ve bu çok sevindirici.
Adaylığınıza diğer Laz aydınlarının ve Laz seçmenin tepkisi nasıl?
Şöyle söyliyim, ben aktif olarak sosyal medyayı, özellikle Facebook ve Twitter’ı kullanıyorum. Sosyal medya üzerinden çok sayıda Laz Vakfı, Laz Derneği, Laz Entelektüelleri ile irtibatım var. Şimdiye kadar hiç bir Laz aydını bana sen kim oluyorsun, bu partiye neden girdin diye bir soru sormadı. Aksine benimle bu konuyu konuşan arkadaşlar, aydınlar fikri ve psikolojik olarak hep bana destek oldular. Yaptığım paylaşımları onlarda paylaştılar vs. Yani bu anlamda olumsuz bir şeyle karşılaşmadım, aksine desteklerini görüyorum. Şimdi el ilanlarımız da çıktı, onları dağıtıyoruz. Seçim aracımızla dolaştık ve bir çok kişiyle ve dernekle irtibat kuruyoruz bu süreçte ve genelde olumlu tepkiler alıyoruz.
Aday olduğum bölge Laz yoğunluğunun olduğu bir bölge. Daha öncede söylediğim gibi Lazlar hem köylü, hem kenti, hem de büyük şehirli. Bu anlamda Lazlar interneti çok iyi kullanıyorlar. Bizi de bir birlerine tavsiye ediyorlar sağ olsunlar. Bazı arkadaşlar tarafından şu kadar oy alınır, bu kadar oy anca çıkar gibi söylemlerde bulunuluyor. Genelde Çerkes arkadaşlardan şu kadar oy alınırsa başarı sayılır gibi söylemleri çokça duyuyoruz. Bunlar sübjektif değerlendirmeler açıkçası. Aslında mesele bu insanların Çerkes kimliği, Laz kimliği temelinde bir siyaset yapıyor olmaları sonuçta ve bu insanlara destek vermek lazım. Zaten kazanamazlar olmayacak demek de yanlış. Unutmamak gerekiyor ki hayat sürprizlerle dolu.
İkinci bölgede, yani sizin aday olduğunu bölgede milletvekili olmak için kaç oy almak gerekiyor?
Yaklaşık 80 bin civarında oy almak gerekiyor seçilebilmek için. Bu bölgede 12 tane ilçe var. Bu bir kadro ve örgüt meselesi, dayanışma meselesi nihayetinde ama eğer iyi çalışılırsa pekala alınabilir bir oy oranı bu. El ilanlarımızı bastırdık. Bu el ilanlarında kısa bir otobiyografimiz ve kazanabilirsek takipçisi olacağımız konular var. Elimizden geleni yapıyoruz. Önemli olan kimlik mücadelesi yapan bir siyasi yapı içerisinde adım atmak zaten. Kabe’ye gitmeye çalışan topal karınca hikayesinde olduğu gibi aynen. Bu anlamda pekala sürpriz olabilir, ben buna inanıyorum.
Sokaktaki, daha doğrusu propaganda çalışmalarınızdaki tepkiler nasıl?
Olumlu. Yani ben şimdiye kadar neden uğraşıyorsunuz diyenine rastlamadım. Ama şöyle bir durum söz konusu. Mesela bana bazı arkadaşlarım neden MHP’den aday olmuyorsun diye sordular. Yada neden Vatan Partisinden, HDP’den, Ak Parti’den aday olmuyorsun diyenler oldu. Ama mesela kimse neden CHP’den aday olmuyorsun diye sormadı. Ama genelde olumlu tepkiler aldığımızı söyleyebilirim.
Aslında ben sormak istediklerimin neredeyse tamamını sordum. Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir şeyler varsa onları da alabilirim.
Söyleşimiz sırasında kimseyi direk hedef alarak kızdıracak bir şeyler söylememeye çalıştım. Buna özellikle dikkat ettim umarım başarılı olmuşumdur. Ama ben isterdim ki basın yayın hayatında olan bazı arkadaşlarımızın en azından benim e-posta yoluyla da olsa görüşlerimi alsınlar. Maalesef olmadı ama belki bundan sonra olur yada belki seçilirsek olur.
Bizim Laz aydınları olarak üzerinde durduğumuz iki üç konu var bu vesileyle onları dile getirmek isterim. Bunlardan birincisi Düzce Üniversitesinde Çerkes Dili Edebiyatı olduğu gibi Laz Dili Edebiyatı bölümünün açılması. Bunu bütün Laz aydınları olarak çok arzu ediyoruz. Bunun dışından Abhaz Dili Edebiyatı bölümünün açılması da çok önemli. Ayrıca TRT’nin 7/24 Lazca yayın yapması konusunda da çaba harcamamız gerekiyor ki buda Laz aydınları olarak çok arzuladığımız bir şey. Birde seçmeli derslerin saatlerinin artırılmasını istiyoruz.
Siyasal olarak Lazların, Gürcülerin, Abhazların ve Çerkeslerin bir arada durmaları gerekiyor çünkü bu sorunlar hepimizin ortak sorunları. Var olan bir siyasal harekete eklemlenmek durumunda olmamaları gerekiyor. Çünkü ben HDP’yi destekliyorum yada HDP’yi destekleyin demek biraz kolaycılık oluyor. Daha doğrusu elini taşın altına koymamak oluyor. Birde ikide bir Kafkasya konusunu gündeme getirmek bence mantıksız. Kafkasya tabi ki önemli ama ben Çerkeslerin de diğerlerinin de Kafkasya’ya yoğun olarak gidip orada etkili bir nüfus oluşturabileceğine inanmıyorum. Bu anlamda Türkiye’de kimlik mücadelesinden kaçmanın bir yolu HDP’ye oy verin demekse bir diğer yolu da Kafkasya konusunu fazlaca ön plana çıkarmaktır. Sonuçta biz burada yaşıyoruz. Eğer biz burada kimliklerimizi yaşatabilirsek bunun Kafkasya’ya devamlı Kafkasya’yı gündemde tutmaktan çok daha fazla faydası olacağı kanaatindeyim. Bu söylediklerimin tamamı ÇDP’nin kurumsal görüşü değil tabi ki benim kişisel görüşlerim.
Sorularımı cevapladığınız için çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim sesimi duyurmama aracı olduğunuz için.