Dün 1 Mayıs kutlamalarındaydım. Çeşitli kortejlerle
yürüdüm; Türkçe, Gürcüce, Çerkesçe, Kürtçe ve Lazca sloganlar attım. Geçmişi
düşündüm. Şimdi aramızda olmayan arkadaşlarımı hatırladım. Onları hatırlarken
gözlerim buğulandı. Sanki bir köşeden dönüp gelivereceklermiş gibi hissettim
bazen. Eski dostları da hatırladım; şimdi dost olmayanları da. İki yüzlüleri de
hatırladım; burada böyle, orada öyle.
1993’den bu yana zaman
dilimi gözümün önümle geçti hep. Birden Yüksel Yılmaz’ı hatırladım. Benim için
Arheveli İsmail gibi biri. Arheveli İsmail gibi yiğit. Arheveli İsmail gibi
unutulan ve ısrarla unutturulmaya çalışılan önemli bir figür; gerçek bir
kahraman. Dün tam Taksim Meydanı’na girerken, Laz giysileri ve kolunda tuttuğu
atmacasıyla bizi karşıladığını düşündüm Onu. Çoğunuzun tanımadığı, tanıyanların
ise, vefasızlık gösterdiği Yüksel Yılmaz.
1993 yılında tanıdım
onu; Haziran’dı. O zamanlar dostum Ahmet Hulusi Kırım’ın ofisinde karşılaştım
ilk olarak onunla. Kimi cahil Lazlar aydınlarının tutum ve davranışlarına karşı
sessiz kalmamasıyla dikkatimi çekmişti. O aydınlara sözüm yoktu; kendilerini
taa baştan çözmüştüm. Onlarla yemek bile yenmezdi. O ofise giden kararsız Laz
aydınlarını etkilemek istiyordum. Lazlara yönelik bir dergi çıkarma fikrim
vardı. Bu fikre taraftar bulmak istiyordum. O ofise gidiş- gelişlerimi
sıklaştırdım. İşte o zaman diliminde aramızda hep konuşurduk. Lazlar aydınları
olarak, 1 Mayıs kutlamalarına katılmayı aramızda katılmayı konuşurduk. Nedense
birileri bu fikri hep erken bulurdu! Yayınlamayı hayat ettiğimiz Türkçe ve
Lazca kitaplarla TÜYAP Kitap fuarına da Laz aydınları olarak katılmayı hayal
ederdik! Salonlarda toplantılar yapmayı da hayat ederdik hep. Bir gün bunları
yapabileceğimizi düşünürdük. Yüksel Yılmaz da, “Ben de eski Laz giysileri ve
atmacamla katılırım,” derdi. Hoşumuza giderdi. Gözlerim buğulanırdı; yalansız,
dolansız, içten pazarlıksız, saf duygularımla. İşte bu sebeple olacak Yüksel
Yılmaz’ı o haliyle hatırladım dün. Yalnızca onu değil Osman Topçuoğlu da,
Safiye Hanım da, İskender Tzitaşi de, Hasan Helimişi de, Kâzım Koyuncu da
bizimleydi dün. Ahmet Özkan Melaşvili ve Hayri Hayrioğlu da bizimleydi. Orada,
ötede, bulutların ardında yüksek bir yerden bize gülümsüyorlardı.
Şimdi aramızda olmayan,
ölen dostlarımız, arkadaşlarımız bize gülümsüyorlardı. Çünkü önemli bir ilki
gerçekleştirmiştik. Gürcü, Çerkes ve Laz aydınları birlikte yürüdük. Fikirlerimizle,
değerlendirmelerimizle; iradî duruşumuzla bir ilki ve bir başlangıcı
gerçekleştirdik. 1 Mayıs 2012 Salı günü; Çerkes, Gürcü ve Laz aydınları
açısından önemli bir gün.
“Yaşasın Halkların
Kardeşliği” oldukça kaypak bir ifadedir. Bu sloganı binlerce defa atmama
rağmen, hiç sevmem. Nevzat Kaya’nın da sıkça kullanımıyla, “Yaşasın Halkları
Kardeşleşmesi”, bu durumda en doğru olan slogandır. Türkiye’de entelektüel
birikim yoktur; taklitçilikle vaziyet idare edilir. “Yaşasın Halkların Kardeşliği”
sloganla geçiştirilir. Öyle olduğu için de klişe kimlikleri dışında ne Gürcüler
ne Çerkesler ve ne de Lazlar lâyıkıyla tanınır; bilinir; ne de hak ve hukukları
sahiplenilir. Sol da, sağ da Gürcüyü, Lazı, Çerkesi hep resmî ideoloji ve resmî
tarih tezleriyle algıladı. Böyle olunca da Lazlar, Çerkesler ve Gürcülere yönelik
politikaları hiç olmadı. Sol ise, konuyu hep “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganıyla
geçiştirildi. Sağ, büyük ölçüde aynı resmî ideoloji ve resmi tarih tezlerinin ısrarcılığına
devam ediyor. Sol’un bir kısmı onları yakından izliyor. Bir kısım sol ise,
kendi Laz aydınlarını, kendi Çerkes aydınlarının ve kendi Gürcü aydınlarını
devşirme telaşında. Yine aynı sloganı atıyorlar: “Yaşasın Halkların Kardeşliği”
Gürcü aydınları, Çerkes
aydınları ve Laz aydınları kimsenin umurunda değil. Onların kimlik mücadelesi,
kimsenin umurunda değil. Ancak bizler için dilimiz, kimliğimiz önemli ve
kendimizi kimliğimizle geleceğe taşımak istiyoruz. Ne yapmalıydık? Birileri tarafından yedeklenmek istemiyorsak,
başkası ve başkasının değil, kendimiz olacağız. Gürcü aydınları, Çerkes
aydınları ve Laz aydınlarının, bugün sayıları az da olsa iradî olarak bir araya
gelmeleri ve 1 Mayıs’a katılmaları önemlidir. Bu iradî bir hareket, yalnızca
Türkiye’de kimlik mücadelesi vermekle kalmayacak, Kafkasya için de önemli bir
cephe olacak, eğer tutarlı olabilirse. Kafkasya’ya yönelik de dostluk,
kardeşlik ve barış mesajları verebilir. Kimse hayal görmesin. Vahşi
kapitalizmin ve emperyalizmin saldırısı altındayız. Tek kutupluluk zincirine
vurulduk. Ancak bir arada durabilirsek hem Türkiye’de ayakta kalabiliriz hem de
Kafkasya için önemli bir mesaj verebiliriz. Kimse kendisini dev aynasında
görmesin. Yoksa hep birlikte yok olacağız!
Gürcü aydınlarının
da, Çerkes aydınlarının da, Laz
aydınlarının da çok önenli bir engelleri var: grupçuk taassubu ve küçük burjuva
kariyerizmi. Bu hastalıklar; Gürcü, Çerkes ve Laz aydınlarının kendi içlerindeki
birliğe ve hepsinin beraberliğine en büyük engel.Ümit ederim, bu kötü huy, bu 1
Mayıs beraberliğinde de nüksetmez.
Ben; Gürcü, Çerkes ve Laz aydınlarının beraber
duruşlarını önemsiyorum. Naçizane neredeyse 20 yıldır bunun çabasındayım. Bu
benim fantazim değil. Hayatın dayattığı bir gerçeklik. Özellikle Gürcü aydını
diye bilinen insanlara 20 yıldır çeşitli vesilelerle bu düşüncemi dile
getirdim. Ancak onlar Gürcistan gezileri ve yaptıkları ticaretle o kadar
meşguldüler ki, yalnızca “Lazların, Gürcü; Lazcanın da Gürcücenin bir
diyalekti” olduğuyla ilgileniyorlardı!
Konu mankeni kullanımlarını siz dikkate almayın. Sonuç: koca bir
fiyasko. Ancak Gürcü Kültür Merkezi’nden Fazlı Kaya’yı tanımamla her şey
değişti. İlk kafa yoran bir Gürcü aydını tipiyle karşılaştım. Ardından da Nevzat
Kaya ile tanışmam, onların söylem ve davranışları Gürcü ve Lazların kardeşleşme
süreçlerine ilişkin bende yeni umutlara yol açtı. Nitekim bunu dün yaşadık.
İnşallah hep bu yolda kalırlar.
Erol Karayel ile Abhazya’ya giderken, Ritza
adlı geminin güvertesinde tanıştım, tam da Karadeniz’in ortasında. Yıl 1994’tü.
O zamandan beri bir dostluğumuz var. Lazlar konusuna vakıf bir insan. 1994’te,
Abhazya’da el yazımla tuttuğum notlar ve daktilo edilmiş hali arşivimdedir.
Henüz yayınlamadım. 2005 ve 2006’da
Gürcistan’a gittiğimde tuttuğum notlarım da makale haline gelmeyi
bekliyor.
3 Temmuz 2011’de Gürcü
Kültür Merkezi tarafından İnögöl ve Hayriye’de düzenlenen Hayri Hayrioğlu ve
Ahmet Özkan Melaşvili’yi anma toplantılarına katılmam ve yaptığım konuşmalarım da;
25- 26 Şubat 2012’de Çerkes Hakları İnsiyatifi tarafından Kocaeli, Derbent’te düzenlenen Çerkes
Çalıştayı’na katılmam ve yaptığım kısa konuşma da; 14 Temmuz 2011 ve 19 Şubat 2012’de Lazika Yayın Kolektifi tarafından
Kadıköy’de düzenlenen toplantılara katılmam ve yaptığım konuşmalarım da hep
Çerkes, Laz ve Gürcülerin kardeşleşmesine ve Çerkes, Gürcü ve Laz aydınlarının
iradî beraberliklerine hizmet amacı gütmekte. Bu amaçla; bu 1 Mayıs’a Gürcü, Laz
ve Çerkes aydınlarının iradî olarak birlikte katılmaları konusunu Demokrat
Gürcüler Platformu’ndan Nevzat Kaya, Çerkes Hakları İnisiyatifi’nden Erol
Karayel ve Lazika Yayın Kolektivi’nden İsmail Avcı ve Mustafa Çupina’ya açtım.
Hepsinden olumlu cevap alınca bağlantıları kurup aradan çekildim. Böylesi bir
ortak duruşun hem 5 Temmuz 2012 Ahmet Özkan Melaşvili anmasında hem de 7/ 8
Ağustos 2012 “Rusya- Gürcistan” Savaşı duruşunda etkili olabilmesi umudumu da
kendilerine ilettim. Hem Türkiye’deki kimlik mücadelesinde hem de Kafkasya’da
barış mücadelesinde böylesi bir cüretin önemli olduğu düşüncesindeyim.
Biliyorum; engel çok. Ancak Laz, Çerkes ve Gürcü aydınlarının beraber duruşu
birçok anlamda önemlidir.
Dün sabah oldukça erken
uyandık. Ben de, eşim de 1 Mayıs kutlamalarına katılacaktık. Kahvaltı ettik.
Hazırlandık. Ben facebook duvarımdan, günün anlam ve önemine binaen bazı Lazca
ve Türkçe klipleri paylaştım. Türkçe ve Lazca 1 Mayıs kutlamaları yazdım.
Bunlara Kortuli Anbani ile de düzenledim. Soğuk bir gün olacakmış gibi
hissettim. Ceketimi de giydim. Eşim, Yazarlar Sendikası üyesi olduğu için o
kortejde yürüyecekti. Ben ise, Çerkes, Laz ve Gürcülerin oluşturduğu kortejde. Bir gün önceden plânlamıştım. Topkapı,
Cevizlibağ’dan Mecidiyeköy’e gidecek, oradan da yürüyerek Cevahir İş Merkezi
civarındaki kendi kortejlerimize iltihak edecektik. Olmadı. Taksim otobüsüne
bindik. Halk otobüsü. Hesapta Şişhane’ye gidecek, oradan da metro ile
Mecidiyeköy’e ulaşacaktı. Oldukça
kalabalıktı. Oturanlar çoğunlukla gençlerdi. Ayakta yolculuk yapan ve bizim
gibi yaşı elliyi çoktan aşmış insanları hiç görmüyorlardı. Kimi uyuklama
numarası yapıyordu. Kimi cep telefonuyla konuşuyor kimi de cep telefonlarıyla
mesaj yazıyordu. Merak ettim. Acaba kaçı 1 Mayıs’a katılacaktı? Otobüsün şoförü
oldukça acemiydi. Âni duruş ve kalkışlar yapıyordu. Önünü, arkasını
hesaplayamıyordu. Âni frenler bizi rahatsız etti. Boş bir yer için bakındım.
Bari eşim ayakta kalmasaydı. Manzara aynıydı. Gençler duymuyor ve görmüyordu.
Hâlâ cep telefonlarını kurcalayıp duruyorlardı. Tam Zeyrek Camii, Bizans dönemi adıyla Pantokrator Manastır Kilisesinin önüne gelmiştik ki, trafiğin Unkapanı Köprüsü’ne kadar açık
olduğunu, Polisin, araçların Eminönü
yönüne yönlendirdiğini öğrendik. Doğru muydu acaba? Mecburen İMC son blok
civarında indik. Yürüyerek Unkapanı Köprüsü’nü geçecektik. Mecburen Şişhane
metro istasyonuna kadar yürüyecektik. Neyse fazla bir yol değildi. Bizim gibi
birçok kişi köprüyü yürüyerek geçiyor, Şişhane yokuşunu tırmanıyordu.
Artık Şişhane
yokuşundaydık. Şunun şurasında beş dakikalık yolumuz kalmıştı metro
istasyonuna. Kimi zaman Kürtçe, kimi zaman Türkçe sloganlar atan kortejlerin
içinde yer ala ala istasyona vardık. Bizi acı bir sürpriz bekliyordu. Metro
çalışmıyordu. O anda başımdan aşağı kaynar bir kazan su döküldü. Üşümeyeyim
diye giydiğim ceket şimdiden ağır gelmeye başladı. Şimdi yürüye yürüye
Mecidiyeköy’e, Cevahir İş Merkezine kadar yürüyecektik. Anlayacağınız dün en
fazla yolu eşim ve ben yürüdük. Önce Unkapanı’ndan Mecidiyeköy’e. Oradan da
Taksim’e. Mecidiyeköy’e yürümek çok zor oldu. Kaldırımlar çok kalabalıktı.
Britanya Konsolosluğu
önünden Galatasaray’a oradan da İstiklal Caddesi’ne yöneldik. Telefonum çaldı.
Nevzat Kaya idi. Nerede olduğumu sordu. Durumu anlattım. İn cin top oynuyordu. İstiklal
Caddesi’ne acılan kimi sokaklarda üç-er beşer polis vardı. Hepsi o kadar.
Fransız Konsolosluğu önünde bir polis barikatı vardı. Oradan geçtik. Polisler
son derece nazik davrandılar. Yolun her
iki tarafındaki kaldırımlar metal çitlerle perdelenmişti.
Harbiye Orduevi önüne
gelmiştik ki, Taksim’e doğru ilerleyen ilk kortejle karşılaştık. Osmanbey
tarafına ulaştığımızda artık kortejlerin ardı arkası kesilmiyordu. Her yer
ana-baba günü. Eşim, zamanında Yazarlar
Sendikası kortejine ulaşamadığı için üzülüyordu. Şişli Atatürk evi civarında
kortejini bulduk. İlk göze çarpan eski tanıdık Sezai Sarıoğlu idi. Kısa bir
sohbetten sonra, eşimle vedalaştım. Kortejimi bulmak için Mecidiyeköy
istikametine doğru adımlarımı sıklaştırdım. Derken Nevzat Kaya’dan bir telefon
daha geldi. Cevahir İş Merkezine ulaşmak üzere olduğumu söyledim. Nihayet
oradaydım. Ne var ki, bir türlü ne Lazlardan ne Gürcülerden ne de Çerkeslerden kimseyi
görebildim. Nevzat Kaya’yı aradım. Tarif aldım. Bulamadım. Bir telefon daha.
Nafile. Bir ileri bir geri gidiyorum. Bir öteye bir beriye bakıyorum. Sabit bir
noktada durup bildiri dağıtan gençler, ben her önlerinden geçişimde bana
bildiri verip duruyorlar. Kırmamak için alıp cebime yerleştiriyorum. Eve
gelince ceplerimi boşalttım. Bir de baktım ki kimi bildirilerden üçer- beşer
tane!
Burada dikkatimi çeken
Lazuri Mektebi oldu. Pankartları, flama ve sloganlarıyla ve düzen ve
tertipleriyle organize bir görüntü veriyorlardı. Lazca sloganları hoştu. Bir ay
kadar önce Lazuri Mektebi’den Pınar Bayraktar, aktivitelerine katkı sunmam için
internet üzerinden bağlantı kurdu. Kendisiyle de görüşmek üzere Kadıköy’e geçtim.
Yurt dışındaymış. Görüşemedik. Daha sonra telefonla aradı. Bir yirmi dakika
kadar konuştuk. Aktivitelerine katılma konusunu somutlaştırma teklifini yineledi.
Ben konuya yaklaşımımı kendisine ilettim.
En son olarak da 1 Mayıs’a kendileriyle katılma teklifinde bulundu.
Kendisine Lazca sloganlar ve Hasan Helimişi’nin bir klibini internet üzerinden
gönderdim. Kendisini Lazuri Mektebi kortejinde görüp tanışma imkânım olmadı.
Nihayet tanıdık bir
yüzle karşılaştım. Orhan Sapan. El
sıkıştık. Öpüştük. Sonunda Nevzat Kaya ve Ardından da Fazlı Kaya ile
karşılaştık. Kucaklaştık. Uzaktan Mustafa Çupina ve Erdal Bayrakoğlu’nu gördüm.
Bir başka tanıdık yüz
ile karşılaştım; Erol Karayel. Ardından Ergün Güldal, Kenan Kaplan ve Murat
Özden. Hepsiyle kucaklaştık. Madem Çerkes, Laz ve Gürcülerin bu ortak duruşlarında
tuzum vardı. Çerkeslerin de, Gürcülerin de, Lazların da kortejlerinde
yürümeliydim. Öyle de yaptım. “Anadolu Daha Kaç Dile Mezar Olacak?” sloganını
taşıyan Çerkes arkadaşlara katıldım ilk olarak. Sağımda Erol Karayel; solumda
Murat Özden, onun solunda Ergün Gürdal.
Hava daha da ısındı. Milim milim ilerliyorduk.
Durmadan resimlerimizi çekiyorlardı. Kameralar, fotoğraf makinaları hiç
durmadı. Eylem Bostancı, İsmail Avcı Çerkes kortejindeki yürüyüşümü
fotoğraflarıyla ölümsüzleştirdiler. Mecidiyeköy’den neredeyse Kurtuluş sapağına
kadar Çerkes arkadaşlarla yürüdüm. Daha sonra Gürcü arkadaşların kortejine
geçtim. Hayri Hayrioğlu’nun portresini taşıdım. Hayri Hayrioğlu’nun elde kalan
tek fotoğrafı. Çocuklarında bile başka fotoğrafı yokmuş. Oğlunun
marangozhanesinde çıkan yangında bütün fotoğrafları yanmış. Şu anda taşıdığım
fotoğrafın aslını bir gece önce Fazlı
Kaya’ya ben göndermiştim. Sağ olsun; büyültmüş, çoğaltmış. Laz, Çerkes ve
Gürcülerin birlikte yürüyüşünde anlamlı bir değer davranıştı Hayri Hayrioğlu’nu
hatırlamak. Bir ara Haldun Özkan’ı aradım. Konuştuk. Ancak onu bizim üçlü
korteje çekemedim. Etraf ana-baba günüydü.
Hemen arkamızda da Tanura flaması ardında yürüyen
Lazlar. Bir süre sonra da onlarla yürüyecektim. Hep birlikte sloganımızı
atıyoruz: “Gaumarcos P̆irvel Maiss!” (“Yaşasın Bir Maiss!”) Bir süre sonra
hemen arkamızdan Lazca bir slogan yeri göğü titreriyor: “Sk̆udas ar Maisi” (“Yaşasın
Bir Mayıs”). Ardından bir başka Lazca slogan duyuluyor: “Nena Şk̆uni Va Ğurasen” (“Dilimiz Ölmeyecek”). Lazca sloganlarda
davudî bir ses önce geçiyordu. Bu sesin
sahibi Erdal Bayraktar’dan başkası değildi. Gürcülerin kortejine, daha doğrusu Türkiyeli
Gürcüler Platformu’nun kortejine geçtikten sonra daha hızlı yol almaya
başladık. Orduevi önünde Taksime gidiş- geliş yolu ortadan ağaçlarla doğal
olarak ikiye bölünüyordu. Yürüyüş kolu orada, yolun solunda çakılıp kalmıştı.
Yolun sağı, yani Notre Dame de Sion Fransız Lisesi tarafı
nispeten daha sakindi. İşte o noktada Gürcü arkadaşlar
kortejimizin yönünü yolun sağına çevirdiler. Bu sağa sapma, Lazuri Mektebi’nin
Gürcü, Laz ve Çerkes kortejlerini kendilerindenmiş gibi gösterdiğine inanmalarından
kaynaklanıyor. Bu konuda tepki duyuyorlar. Gel gör ki, Lazların hemen arkasından
gelen Çerkes Halkları İnisiyatifi korteji Lazuri Mektebi’nin arkasında sola
saptığı ve arkasından gelen bir başka kortej de ister istemez blokaj
oluşturduğu için bizi izleyemediler. Orada çakılıp kaldılar.
Çerkes arkadaşlar da, Laz arkadaşlar da, Gürcü
arkadaşlar da Lazuri Mektebi’ye eleştirileri var. Mırıldanıp duruyorlardı. Daha önce de Demokrat Gürcüler Platformu’nun
adının kendilerinden habersiz olarak “Halkların Anayasası” bildirgesinde yer
aldığına da vurgu yapıyorlar. Onları oportünist davranmakla suçluyorlar. Arada
bir yanlış anlama olduğu anlaşılıyor. Böyle bir durum varsa, bu daha fazla
büyümeden, sorun halini almadan ve dostluğa zarar vermeden konuşulmalı ve çözüm
yolları aranmalı. Ne diyeyim?!
Sayının bir
anlamı yok. Lakin yer gök insan. İğne atsan yere düşmez. 1 Mayıs’ı İstanbul’da
kutlayacak bu kadar insanın olabileceği hiç aklıma gelmemişti doğrusu. Her
renk, her katman kendisini burada ifade etmenin yolunu arıyordu.
Bir ara Gürcü arkadaşlar, Çerkes Hakları
Platformu’ndan arkadaşlara yeniden üçlü kortejimizde yer almaları için haber
yolladılar. Çerkes arkadaşlar bulundukları yerde sıkışıp kalmışlardı. Bir huruç
harekâtı yapmalarının pek mümkün olmadığı bilgisine ulaştık.
Çerkes Hakları İnsiyatifi, Türkiyeli Gürcüler Platformu ve Tanura Laz
Kültür Dergisi imzalı “Anadillere
Anayasal Güvence” başlıklı ortak flamanın solunda ben sağında Nevzat Kaya,
Taksim Meydanına doğru uygun adımlarla ilerliyoruz. İkişerli, üçerli gruplar
yanımıza geliyor. Bizi tebrik ediyorlar, fotoğraflarımızı çekiyorlar. Her halde
hayatımda hiçbir zaman bu kadar çok insanın çektiği fotoğrafta ve kamera
kayıtlarında asla yer alamayacağım!
Nihayet Taksim’e vardık. Taksim’de gençler
çoğunluktaydı. Meydanda bir organizasyon bozukluğu hemen göze çarpıyordu.
Tertip komitesinin böylesi bir kitleyi kucaklayacak öngörü ve donanımdan yoksun
olduğu da hemen göze çarpıyordu. Ancak onlar da ne yapsı?! Ümit ederiz, Tertip
komitesi gerekli değerlendirmeleri yapar ve 2013 1 Mayıs’ı daha görkem ve
anlamına uygun olarak kutlanır.
Kuşkusuz bizim üçlü kortejimizi oluşturan Çerkes
Hakları İnsiyatifi, Türkiyeli Gürcüler
Platformu ve Tanura Laz Kültür Dergisi’nden arkadaşlarımız da 1 Mayıs 2012’yi
değerlendireceklerdir. Bu değerlendirmeyi ortak bir metinle kamuoyuna
duyuracaklarını ümit ediyorum. Böylece
de hem Türkiye’deki kimlik mücadelesinde hem de Kafkasya ile ilgili konularda
kardeşleşme yolunda daha anlamlı ve kalıcı adımlar atabilecekler. Başka ne
diyeyim?! ( 2 Mayıs 2012)